Cahit Saraç ile Tiyatro
Ana sayfa
Öz geçmiş
Geçmişten Esintiler
Tiyatro
G.Antep Bel Sehir Tiyatrosu
Devlet Tiyatrosu
T.R.T Ankara
Gazete Yazılarım 1
Gazete Yazılarım 2
Tebrikler
Şiir ve Cizimleri
Fotoğraflar
İletişim
Geçmişten Esintiler

                                   

                                             Ç E V R E

20.8.1939 Gaziantep’in Kale altı semtinde doğmuşum çoğu ailede olduğu gibi kapılar ardına kadar açılmış girenler çıkanlar komşular, akrabalar .tebrikler ama ne varki nüfus kağıdımdaki yazılı bu doğum tarihi kesin değilmiş yıllarca Aslan burcunun bir zincirli amblemini boynumda boşuna taşımışım annemin yılbaşından epey sonraydı karlı bir günde dünyaya geldin ! demesi üzerine işler tamamen değişti OĞLAK burcu tanımlanmaları bana tam uyuyor diye annemin söylediklerini kabullenmiş oldum o zamanlar genellikle o sakin hayatın içinde babalar çoğu işlerde olduğu gibi nüfus kağıdı çıkarmak için de pek acele etmezlermiş !

KALE ALTI

1945

KALE ALTI semti Kentin en canlı en işlek yerlerindendi .pazar burada kurulur köylüler deve veya eşek yükleri ile üzüm,pekmez gibi gıda maddelerini buraya indirip satarlardı yine uzak yerlerden bu hayvanlarla yükler dolusu odun gelir pazar’a yıkılırdı.. zavallı eşeklerin aşırı yüklerle daracık ara yerlerden geçerken sahibi tarafından boyun ve kuyruk bölgesine kocaman kıyık (çuvaldız) batırmaları o zamanlar 6 yaşında olan beni çok üzerdi…keçe hanedeki ekmekçi dükkanının önünde sık sık gördüğüm bu manzaralar karşısında kahvaltı için ekmek alıp eve hüzün içinde dönerken o eşek sahibine içimden ;homurdanarak kızar belki Sen de eşek olarak yeniden dünyaya gelirsen aynı şeyler sana da yapılırsa görürsün sen o zaman ! diye öfkemi yatıştırmaya çalışırdım..sabahın erken saatlerinde ekmek almak için pijama ile sokağa çıkma konusunda öyle çevreden yadırganacak durumlar olmazdı....

KÖRLER

1945

Mahalle büyüklerimiz bizleri yakından tanır çoğunlukla bize yolda sahip çıkarlar ara sıra gerektiğinde nasihat’da bulunurlardı örneğin; yolun ortasında duran bir taş kör birisinin ayağına takılır onları alıp kenara atmamız gerektiği gibi öğütlerde bulunurlardı gerçekten o yıllarda alabildiğine Trahom salgınıvardı.. dolayısıyla körlerin sayısı da oldukça fazlaydı ben karşıdan gelen büyüklerden birini gördüğümde hemen aferin almak için acele yolun ortasından rasgele bir taşı kaparak kenara bırakır böylece aferin almağa çalışırdım !

NAHIRA KOYUN VERMEK

1945

Sabahları ekmek almanın dışında bazı değişik görevlerimiz de vardı.. bunlar arasında boş zamanlarda dükkana gidip büyüklere yardımcı olmak.. evde keçi yahut koyun varsa onları yayılmak amacı ile çobana teslim etmek .. koyunları belli toplanma alanlarına kadar götürüp oradaki sürüye katmak görevine ‘’NAHIR’ a vermek’’ denirdi.. bu o kadar zor bir iş değildi çünkü koyunlar ve keçiler kendi sezgileri ile toplanılacak yerleri bizden daha iyi bilirlerdi . sizin onlarla birlikte gitmeniz onların başında olmanız yeterli idi.. bizim mahalledeki bu toplanılacak yer Emin efendinin evinin karşısında İNCO’ların MASMANA’sına inen yolun başıydı nahır karşılamamız hava kararmaya başlayınca olurdu. bazen karşılamayı unuttuğumuzda koyunlar evin kapısına kadar gelir ve beklerlerdi.

MAHALLE NİN AKILDA KALACAK TİPLERİ

1945

KEÇE HANE deki ekmekçi’nin giriş kapısından yukarı tırmandığınızda sağda birkaç kilimci dükkanı sonra Kebapçı Süleyman,Münevver bacı,Nacar abdullah,Şakir efendi(Saraç).Halil Karayılan efendi ( G.Antep savunmasında şehit olan Karayılan’ın kardeşi) aynı yolun sol tarafında Emin efendi..Basri efendi..Halil Çavuşgil gibi saygın büyüklerimiz vardı Bostancıya açılan sokakdan inince hemen sağda karanlık geçit İNCO’ların yüzlerce basamaklı Masmanası vardı. uzun loş bir dehlizi andıran bu basamaklı yokuş yerin bir ucu Bakımcı Emine’nin evi yaniTürktepe yönüne açılırdı..yüzlerce basamak demiştik cesaretiniz varsa ve dizlerinize güveniyorsanız ancak bu masmana yokuşunu çıkabilirdiniz..aşağı inerken de tek düze koşmaktan alıkoyamadığınız ayaklarınıza kramp girerdi..

DELİ MERYEM

bu ıssız ve gizemli tünel gibi merdivenli yerden çıktığınızda en yukarıda Deli Meryem’in kulübesini görürdünüz deli Meryemi biz yaştaki bütün çocuklar bir cadı olduğunu zannederlerdi.adını duyduğumuzda hemen yerimizden fırlar kaçmaya yeltenirdik.oysaki 90 yaşındaki bir buçuk metre karelik tahta bir kulübede oturan ,mahallenin yemek artıklarıyla beslenen zavallı, yürümekten aciz muhtaç bir kadındı ..

BAKIMCI EMİNE1946

Deli Meryemin kulübesinin köşesindeki evde BAKIMCI EMİNE otururdu mahalleden ne zaman bir yabancı geçse biz çocuklar bakımcı Emine’ye gittiğini düşünürdük. bu yokuşu taksi şoförleri çıkmak istemezlerdi çünkü çok dardı ..arada saçları yapılı dudakları boyalı kadınların bu yokuşu tırmandıkları bunların saz kızları olduğu, dostları için fal baktırdıkları söylenirdi…bakımcı Emine’ye kimse kötü gözle bakmazdı onun geçim yolu buydu ! mahalleye bir zararı yoktu.. bunun yanında yaşını başını almış kadınlar ve erkekler de gelir fal baktırırlardı.Halil çavuşların evi biraz sokağa taşmıştı bu yüzden çeyiz arabalarını yukarı yokuşa sürmekte inat edenler mutlaka evin sokağa bakan duvarına çarparak taşlarını düşürürlerdi bu şikayetler bir türlü tükenmez birkaç gün sonra yine taşlar eski yerine konurdu..

KÖR DÖNE

Evimizin bir kaç adım ötesinde karşıda KÖR DÖNE otururdu sımsıkı yapışmaya yüz tutmuş gözleri ile karşısındaki şeyleri karartılmış gibi görürmüş.. mahallede kimin başı sıkışsa hemen çarşafını üzerine geçirip yardıma koşması ile ünlenmişti kendisinden beklenilmeyen müthiş bir çevikliği vardı ..

EVDE KARAGÖZ - YERLER NUMARALI

1946

Okula başlamadan önce evde kimsenin olmadığı zamanlarda kız kardeşim Eser ile birlikte mahallenin bütün çocuklarını toplayıp gösteriye hazırlanırdım Eser’ in bir salkım üzüm - bir adet kayısı - yahut bir kaç adet meyve karşılığı kestiği biletlerle numaralı alçak kürsülerdeki yerlerine yerleşmiş çocuklara bir ön konuşma yaptıktan sonra avluda hamam olarak kullandığımız yerin camlı penceresinden içeride Karagöz oynatmağa hazırlanırdım bu küçük hamamda uygun olan ampul ışıkları Karagöz oynatmak için idealdi büyük bakır banyo kazanına vurduğumda bu davulumsu sesten efekt olarak yararlanıp hemen KARAGÖZ oyununa başlardım..karşımdaki çocukların attıkları kahkahalar beni mutlu etmeğe yeterdi !

CAMBAZLIK NUMARALARI

Karagöz gösterisinden hemen sonra alkışlar arasında yerimden avluya çıkarak Seyircilerimi selamlayıp kale altında kurulan ip cambazlarına özenerek önceden yapacağım numaralara dair bilgi verirdim.. önceden verdiğim sözlerle yeni gösterilerime başlardım. şire zamanı sucuk dallarının asılıp kuruması amacı ile üst kat boyunca pencere önüne tutturulan ince on...oniki metre uzunluğunda ensiz kalas üzerinde yürüyecektim.. büyük cambazların edası ile gösteriye başlamıştım..hem de hiç denge sopası kullanmadan kısa itinalı adımlarla tam ince kalasın ortasına geldiğimde ne oldu bilmiyorum birdenbire dengemi kaybedip buradan baş aşağı düşmüştüm.. aşağıda bulunan kalın çinko saçla kaplanmış ucu yırtık barbil alnımın üst kısmını bıçak gibi keserek derince bir oyuk açmış alnımdan kanlar fışkırmıştı...O..Avlu. gözümde çocuklarla birlikte çevreleyin dönüvermişti.. Çocuklar hemen karşıda oturan kör dönenin evine koşarak Cahit cambazlık yaparken baş aşağı düşüp öldü demişler..!

CAHİT ÖLDÜ

1946

Kör Döne hemen üzerine kara çarşafını geçirip yalın ayak’’ kürkçü hanına’’ koşarak hemen babama haber vermiş babam beni fayton ile Mecit beyin Hastanesine yetiştirmiş (Antep müdafaasında büyük hizmetler veren Dr. Mecit Barlas ) hemen beni apar topar ameliyata alıp hayatımı kurtarmış !

GAVUR HACİ

Bakımcı Emine’nin tam karşısında Halil Karayılan onun bir ilerisindeki evde de’’ Gavur Hacı ‘’ otururdu kısa boylu tıknaz kalın meşin kemerli tiz sesi ile sık sık mahallenin duyabileceği şekilde – ‘’ bu mahallenin namusu benden sorulur ‘’diye nara atması,..yine kızdığı zaman da belindeki kalın kemeri duvara şaklatarak vurması ile ünlü idi oysaki mahallede Köşgerler - Bakkal Aziz efendi

-Tahtani Camiisinin ünlü Abdullah hocası ve oğulları –Basir efendi- Halil Karayılan (Antep savunmasında şehit olan Karayılan’ın kardeşi) -Halil Çavuşgil–NacarAbdullah –Şakir Efendi( Babanın oğlu Saraç) Emin efendi (C.H.P-Kale şubesi başkanı)-Kebapçı Süleyman efendi -Keçeciler gibi sözü dinlenen Saygın büyükler vardı..

SOKAK SATICILARI

1946

Bu yokuşta kış günleri duyabileceğiniz camlı el tezgahı içinde taşınan helva ve küspe satanların sesleri gelirdi.. ilk baharda şuruplu şeker ve horozlu şekerler.. yazları kocaman bir çanağı 15 kuruşa mis gibi süt kokan kaymak dondurmalar. külek dutları.. karlı ha karlı ha diye Kürt tepe yokuşundan tulukları sırtlarında inen şerbetçilerin sesi.. hele şerbetçilerin SEBİL’ leri satılları kapıp şangır şangır kaplarla etrafta koşuşanların şangırtıları bu daracık sokakları çınlatırdı.

MAHALLEDEKİLER

yokuşta en sık karşılaşılan Tahtani Caminin saygı değer büyüğü Abdullah Hocaydı cüppesi ile eve gelirken torunlarını bazen da yoldaki küçük çocukları omuzuna alıp taşıması bizim çok hoşumuza giderdi..Abdullah hoca-Basir efendi bunlar mahallemizin renkli kişileriydiler.yanık sesi ile ünlenmiş Basir efendi ve onun İstanbul kabadayılarını aratmayan oğlu Mecit ceketi omzunda sanki her an birisinin üzerine saldıracakmış gibi atılgan yürüyen buna rağmen hiç de göründüğü gibi olmayan yardım sever ince ruhlu çevresine yararlı olmak çabasında olan bir kişiydi .Mecit ve Ali yıllar sonra dedeleri ve babaları gibi saygın birer Hoca olacaklardı…bu yokuşun renkli kişileri yalnız bunlar değildi.hele bunların içinde mahallemiz yokuşundan inen biraz daha yukarılarda oturan pala bıyıkları ve azametli gurur dolu bakışlarıyla tanınmış Gazi Osman Paşa gibi biri vardı ki bu resmi bayramlarda Gazileri temsil eden Çarşı Ağası olarak bilinen ünlü Zabıta Amiri idi .. Okula gitmezden önce Onu hep Antep’i tek başına düşmandan kurtaran kişi olduğunu zannederdim …

ŞALLAK ( kasap çırağı)

Yine bu yokuşun devamlılarından biri de ŞALLAK dedikleri ince uzun boylu Pinokyo’ yu andıran ama onun gibi sevimli olmayan tahta gibi ince bacakları ile insanın yanından geçerken herkesin dayanlmaz kokusundan tiksinti duyup uzaklaştıkları bir kişiydi.Şibik (akıntılı ) gözlerinden sarımsı sıvı akan ,belindeki palaskaya asılı iki uzun bıçak bir de masat’ın üzerinde kanları kuruyup da sönük kahverengi hale gelmiş kara sineklerin eşlik ettiği.. leş gibi kokan ama kendisinin gururla üniforma gibi üzerinden hiç çıkarmadığı kıyafetiyle. yokuştan inerek koyunları katletmek için acele acele Mezbahanın yolunu tutan Şallak o zamanların, çevremizdeki tek istenmeyen kişisiydi..

DELİ BOZO ve GOMO

Mahallenin DELİLER’ine gelince uzun entari giyip yalnız çocukları korkutan DELİ BOZO ve mahallenin gülü diye ünlenen deli GOMO’su vardı Gomo çok güçlü kuvvetli biriydi. onu Bozo gibi deli sınıfına sokmak bence büyük haksızlık olur o saf çocuksu kalmış bütün mahallenin iyi niyetini üzerinde toplamış , işsiz güçsüz ortalıkta gezen biriydi..çevreden para yardımında bulunmak isteyenleri azarlar..işim yok işim yok! diyerek oradan hızla uzaklaşırdı..işim yok sözcüğü onda bir slogan gibiydi. onu yolda gören kadın erkek çoluk çocuk kim olsa GOMO İş buldun mu diye sorarlardı..o da omuz silkeleyerek ne gezer. ne gezer..işim yok..işim yok ! diyerek oradan uzaklaşırdı.. mahalledeki dükkanlardan alışveriş edenlere -hadi gene işin iş ! yaşadın ! diyerek karşısındakinin omuzunu sıvazlayarak yoluna giderdi .

KIRILMAZ İNGİLİZ MALI ÇAY BARDAKLARI ve GOMO

1946

Pazarda sandalye üzerine çıkmış etrafındaki toplananlara kırılmaz çay bardakları satan satıcının Antepli olmadığı hemen konuşmasından belli oluyordu şu elimde gördüğünüz İngiliz malı çay bardakları diye başlayıp ..sözcükleri öyle arkası arkasına ustaca sıralıyordu ki kalealtındaki Millet kıpırdamadan oracıkta ağzını açmış onu dinliyorlardı toplanan halk çemberinin en önünde de bizim GOMO yerini almış! satıcı bir yandan uzunlamasına üç parmağını içine soktuğu İngiliz malı dediği çay bardağını arkası arkasına havaya doğru kaldırıp ustaca yukardan aşağı elindeki ince bardağı Portakal sandığının tahtasına takur tukur çekinmeden vuruyor KIRILMAZ kırılmaz bunlar..çatlayıp da kırılmaz ! İngilizlerin son harikası. O kadar Vilayeti gezdim ne yazık ki elimde çok az bir miktar kaldı arzu edenler şöyle sıraya girsin ! satıcı bardakları kapış kapış satıyordu..

GOMO TİCARETE DOĞRU

bu iş nasıl olduysa GOMO’nun kafasına yatmıştı.portakal sandığı bulmak kolaydı ama satacağı bu çay bardaklarını nereden bulacaktı ? satışlar bitip satıcı eşyalarını toparlarken yanına yaklaştı oradan buradan derken satıcı anlamış GOMO’nun saf biri olduğunu..ve gerçeği söylemiş..Kürkçü hanının hemen arada camcı Süleyman diye bir aktar varmış bardakları ondan aldım. GOMO şimdiye kadar yanaşmadığı para yardımı için konuyu mahallemizdeki aktar Aziz beye açmış o da para toplamana gerek yok ! kabul et şu üç lirayı diye parayı avucuna saymış..birkaç gün sonra kardeşim Uğur Saraç ile kalenin pazarına doğru birlikte gidiyoruz.. bir de ne görelim GOMO sandalyeye çıkmış etrafındaki toplananlara. Çanakkale boğazını. gezdim (Antep ‘te kavaklık suyunun en derin olduğu yer) Allebeni gezdim. Çıksorut’u gezdim...çok güzel ..gördüğünüz gibi kırılmaz bu çay bardakları İngilizlerin icadı…bir yandan bardakları elindeki sert kalın tahtaya vuruyor kırılan çay bardaklarının parçaları şakır şakır yerlerde..gülenler çok, ama satış hiç yok..!…bir hafta sonra GOMO’yu ekmekçinin yanında gördüm.ne yapıyorsun GOMO diye sorduğumda bana bir sır veriyormuş gibi yavaşça..işim yok. iş ne gezer…İş yok..İş yok ! diyordu !

MÜNEVVER BACI - OĞLU ASAF ve GÜVERCİNLER

1946

Bizim evden birkaç adım aşağıda oturan MÜNEVVER BACI nın en önemli özelliği şehrin içindeki aileleri yakından çok iyi tanıması,evlenme çağına gelen kızları sayıp dökmesi, hiç bir karşılık düşünmeden bir iyilik yapma çabası içinde çevresine hatırlatıp yardımcı olarak biraz da sevaba nail olmak istediğini hepimiz biliyoruz..Onun tek tutkusu sevap kazanmak..!.Münevver bacının tek bir oğlu vardı ASAF .. bu kadar becerikli bir annenin yaşı geçkin kendi oğlunu neden evlendirmiyor diye o küçük yaşımda hep düşünmüşümdür Asaf ağabey - havlu- çarşaf- dokuma işinde çalışırdı, en büyük tutkusu KUŞÇU’lukla uğraşmak yani KUŞBAZ’dı ..gözlerini gökyüzünde uçan güvercinlerden ayıramaz zaman zaman bizden sıkıntısı olduğunu saklayamaz nerede kaldı şu bizim kuşlar diye hayıflanırdı..çoğunlukla pazardan satın aldığı kendisinin deyimi ile ASİL yaratık olan Güvercini Sako’sunun kocaman cebinden çıkararak gördün mü işte mahallenin kralı bu olacak ! diye böbürlenirdi pazar günleri ağabeyimle. birlikte evlerine uğradığımızda Asaf ağabey sanki bir sirk yöneticisi edası ile bizi dama çıkarır minare yüksekliğinden göğe doğru saatlerce takla atan marifetli güvercinleri işaret ederek bizim de bunlardan zevk almamızı beklerdi ! sanki ünlü yıldızları tanıtırcasına bu küpeli ..bu Kepezli.. bu Haltalı ..bu Gümüş kuyruk bu Katme ve bu da Yusufi diye tek tek tanıttıktan sonra yerlerine dönme ve yabancı sayılan Güvercinleri peşlerine takarak beraberinde getirme metodlarını bunların nasıl beslenmeleri gereğinden bahseder bu nadide güvercinlerin de İnsanlar gibi felç -verem , difteri gibi hastalıklara yakalanabileceğini ayrıntıları ile anlatırdı, anlatılanlara göre Asaf Güvercinler yüzünden okulu yarıda bırakmıştı bunu kendisine sorduğumda açık yüreklilikle itirafta bulunmuş bunlar dünyamın vazgeçilmezleri diye Güvercinleri göstermişti

KASAPLAR - OĞLU MUSTAFA ve ALİ

Münevver bacının hemen altındaki evde KASAPLAR Ailesi otururdu( kebapçı Süleyman )’ın oğulları Mustafa ve Ali arkadaşımdı pek kapı önüne çıkmazlar hep dükkanda çalışırlardı.. sabah erkenden evden çıkıp Karagöz Camiinin karşısına düşen Eski saray otobüs garajının bitişiğindeki Kebapçı dükkanında babalarına yardım ederler çoğunlukla Lahmacun için bıçakla Kemiklerin etlerini iyice sıyırırlardı bu dükkanın asıl müşterileri şehir dışından gelenler ve çevresindeki Eski saray Otobüs yolcularıydı. Mustafa’nın anlattıklarına göre bu dükkanın ihtiyacı için evlerinde günde iki koyun kesilirmiş evin önündeki arıktan pıhtılaşmış kanlardan , kapının önündeki kedilerin bolluğundan zaten durum açıkça belli olurdu ..

EMİN EFENDİ C.H.P ve ÇAĞIRIKÇI MAMET

1946

Ekmekçi dükkanından yukarıya çıkıldığında sol taraftan Bostancıya açılan ve Nahır’ ın toplanma alanında yer alan beyaz kemerli taş binada Emin efendi ailesi otururdu ..evlerinin asıl giriş yeri kasapların evinin karşısı idi. İkinci bir kapısı daha vardı o da bizim evin karşısındaki dehlizden çıkışlıydı. bu kapıyı en çok şire zamanı kullanırlardı .Emin efendi Tahtani Camiinin hemen yanındaki İnco’ların aynı sırada kendi hanında vakit geçirir belli günlerde C.H.P nin altı oklu rozetini yakamıza takardı o zamanlar tek partili dönemdeydik.. kutlama günlerinde evdekilere haber vererek biz mahalle çocuklarını Milli konuşmaları izlemek için bir araya toplarlardı ama bizim tek derdimiz otobüse binmekti..velilerişmizden izin almak şartı ile Kilise bile götürmüşlerdi .o zamanlar otobüs ile başka bir şehre gitmek bir yerler görmek çevremizi tanımak isteği ile yapacağımız bu yolculuklar bulunmaz bir kazançtı..Kilis deki kutlama konuşmalarında Çağırıkçı Mamed (Mehmet Tekinalp) şiirler okuyarak arkasından halkı çoşturacak heyecanlı konuşmalar yapmıştı.. onu bizim alkışladığımız gibi Kilisliler de canı gönülden alkışlamışlardı..bu heyecanlı Hatip aynı zamanda Gençlik sporda futbol oynamaktaydı..Mehmet Tekinalp’ı hep eliyle koluyla hakeme çağırıp bağırırken itiraz halinde görürdünüz yıllar sonra Belediye hanında dükkan komşumuz oldular..kardeşi CoşkunTekinalp arkadaşımdı..Kilis yolculuğu dönüşünde otobüsteki herkese lahmacunlar dağıtılır marşlar söylenip tek parti olan C.H.P Bayraklarını sallayarak Kale altındaki garaja zafer coşkusu ile gelinirdi.. Emin efendi bizi eve kadar getirip kendi elleriyle teslim ederdi. böylesine değişik yerler görmek elbette bizi mutlu ediyor Kilis’i gördük diye övünürdük. !

BİSİKLET MERAKI - YARIM PEDAL

1946

bu arada arkadaşımın abisinin kocaman bisikletıyle yarım pedal sürmeyi öğrenmiştim bununla da kalmayıp anahtarla tekerler nasıl sökülür patlamışsa nasıl yapıştırılır onları öğrendim.. ayrıca en büyük zevkim.. bisikletin yan maşası üzerine kulüp sigarasının kalın kartonunu kesip yerleştirerek tellere değerken çıkan sesi motorsiklet havası yaratıp pat pat ettirerek fiyakalı sürmekti.tıpkı motor gibi..Yaşar ağabeyimin öteden ber en büyük ideali bir bisiklete sahip olmak dolayısı ile yakın zamanda bisiklet sürmesini öğrenmekti .. Fuat dayım eğer bir bisiklet sahibi olursan Kavaklık da sana birkaç gün içinde öğretirim demişti abim babama isteğini anlatmaktan çekinmiş dolaylı olarak bu duygusal işi benim aşacağıma inanıyormuş ! meselenin inceliğini ve görevimi kavrayıp hemen uygulamalara başladım ..devamlı sabah erkenden gözümü açtığımda anneme ağlayarak babam bize bir bisiklet alsın .diye usandırırcasına zırlıyordum hem de ne zırlama.!.bu metodu uzun bir süre aynen uyguladım babam artık ağlamamdan bıkmış olmalı ki. ne istiyor bu oğlan ! dediğinde annem- yazık çocuklar bir bisiklet istiyor-.Yaşar’a Fuat dayısı bisiklet sürmesini öğretecekmiş hem..daha sonra Cahit’e de lazım olacak kötü mü.çocuklar beraberce kullanırlar heves işte ! deyip bizi arkadan desteklemeye çalışıyordu..o zamanlar öyle değişik markalar yoktu .. kalın tekerlekli RALLİ ve ince tekerlekli önünde bir ASLAN resmi olan Hollanda malı..PHILİPS.en iyisi bunlarmış bilenler öyle söylüyorlar. kısaca iki .üç hafta boyunca rahatsız edici zırlamalarım sonunda kesin sonucu aldım .sonunda babam usanıp anneme çocuklar bisiklet için yirik Zeynel’e gitsinler selamımı söyleyip alsınlar parasını hesabıma yazdırsınlar.. bisiklet tam 55 Lira tuttu bisikletten ayrı bir de İngiliz malı izci düdüğünü hediye olarak aldım..ağabeyime Kavaklık’ da dayım Fuat Topuz’unverdiği dersler pek başarılı olmamış ki dayım hep serzenişte bulunuyor. hep düşeceğim diye yere bakıyormuş ama gene sonuçta bir ayda sürmeği öğrendi.. İlk okula başlamam için az bir zaman kalmıştı…okul nasıl bir yerdi? bunları düşündükçe hem heyecan duyuyor hem de içimde anlaşılmaz bir korku taşıyordum..

SÜMER BANK

1946

üzerimize giyeceğimiz don, Köynek gibi iç çamaşırlar öyle pijama gibi hazır giyimler yoktu, bunlar evde biçilir evde dikilirdi..dikilen şeyler zamanla kısalıp üzerimize dar geldiğinden evdeki küçük kardeşlere giydirilirdi.. evden bize şimdiden alış veriş gibi çeşitli sorumlulukları üzerine alsın öğrensin diye arada Sümerbank’ a yollarlardı.. tabii Nüfus kağıtlarımızla beraber Sümer Bank o zamanlar Şehir sinemasının biraz ötesinde eski postahanenin biraz ilerisindeydi..

P.T.T. TELEFON KULÜBESİ

Postanede bir türlü inanamadığım aklımın yatmadığı bir olay vardı içerideki telefon kabinesine telefon etmek üzere içine girdiğinizde adımınızı atar atmaz ışıkların kendiliğinden yanmasıydı..içeride elektrik düğmesi falan yoktu ,nasıl oluyordu da kabine adım atar atmaz telefon kulübesi birden aydınlanıyordu?bunu bir türlü çözememiştim.. bu hareketi tekrarladığım zaman sonuç hiç değişmiyordu ışıklar kendiliğinden yanıyordu ! kim yakıyordu? O zamanlar bu kafamı çok meşgul etmişti sonraları bana tabandaki tahtanın altına yerleştirilmiş özel bir düğme olduğunu söylemişlerdi...Postane’ye girer girmez çoğu kişiler okumuş yazmışlardan yardım talep ederlerdi- oğlum şu zarfın üzerini yazar mısın..şu adres doğru mu ? pul buraya mı yapıştırılacak gibi sorularla karşılaşırdınız ! ha Sümer bank’tan bahsedecektim postanenin yeri (daha sonra D.P idare binası oldu) birkaç adım ötesinde Sümerbank vardı birkaç merdivenle aşağıya iniliyordu evden elimize tutuşturulan kağıda 8 metre Pazen 10 metre Amerikan bezi alınacak diye not yazarlardı içeriye binbir zorluklarla ite kaka girdiğimizde ana baba günü itiş kakış ayaklara basılmalar , sıkıştırmalar ezilecek durumlar olurdu..hele kadınların kavgası..sanki buraya kavga edip rahatlamak için özel olarak gelmiş anlaşılmaz kadınlar vardı.. birbirlerine hakaret eden.arada.saç baş yolmalar bile oluyordu. biz çocuklar da arada çaresiz kalıp ,ezilirdik sonuçta tezgaha yaklaşabildiğimizde bu istekler Nüfus cüzdanına şu kadar bez bu kadar pazen alındı diye işlenerek damga vurulurdu.(önceki Nüfus kağıdımda bu damgalar mevcut)..parasını vezneye ödedikten sonra veznenin hemen yanındaki tezgahtan istenilenleri alır çıkardık bu verilen şeylerin metre olarak da belli bir sınırı vardı örneğin 10 metreden fazlasını alamazdık ,dedim ya dışarıya çıktığımızda sanki savaştan çıkmış gibi olur derin bir ohhh çekerdik.!.

BABAM CASUS MU ?

1946

soğukların sık yaşandığı o günlerde çatılardan kama gibi,kılıç gibi buz sarkıtları oluşurdu basık evlerin çatılarındaki bu sarkıtları takıt takır kırmak en büyük zevklerimizden biriydi kıramadıklarımızı daha uzun sopalarla kırardık.don olacağını tahmin ettiğimizde mahallenin çocukları birlikte akşamları gizlice yokuşa büyük kovalarla su dökerek sabahları kendimize kaymak için donmuş alanlar yaratır, üzerinde büyükce tahtalarla kayardık..hele kar yağdığı o günlerde avluların merdivenleri ve kapı önlerindeki karların mutlaka kürünmesi şarttı.. çünkü arkası arkasına durmadan yağan kar kapıları adam boyu tıkardı.. küreme işi hepimize düşen bir görevdi ben.. bu işi biraz isteksiz yapardım, evde kardan adam yapmak için yığınla kar olmasını arzu etmeme rağmen bu karların aşağıda mutfak içindeki kuyuya doldurulması beni üzerdi.Karların Güneş görüp boncuk boncuk sulanmaya yüz tuttuğu zamanlar kız kardeşim Eser ile.pekmez dolu yayvan kabın içine biraz buğday kepeği ekleyerek şöyle güneş görmüş temiz yerlerden topladığım boncuk boncuk..karları karıştırarak hazırladığımız karsambaç’ların tadına doyum olmazdı ! o yoğun karlara rağmen avluda bir miktar kar kalırdı..Kuşların bu havada kolay kolay yem bulamayacağını bilir avluya büyükçe bir kalbur’un ucunu uzun ince bir iple bağlayıp önüne biraz bulgur serpiştirerek onlara tuzak hazırlardım..banyodaki küçük penceresinden kuşların kalbur altına girdiğini görünce hemen ipi çekerek onları çıkarıp yakalar,sevdikten sonra tekrar özgürlüğe havaya doğru uçurur onların uçuşunu seyrederdim.!.gene böyle bir gün kilere kuşlar için bulgur almaya gittiğimde Kilerdeki rafta yan yana dizilmiş üç teneke dolusu bulgur vardı.

BUNLAR NE ?

bu tenekeler yeni konmuştu..ama tenekelerin üzerinde orak ve çekiç işaretleri vardı ı eyvahh orak ve çekiç bu ne anlama geliyordu ?komünist ve casusluk.. bize anlatıldığına göre her ikisi de aynı şeylerdi ,öyle öğrenmiştik çocukken anlatılan Nazım Hikmet’in Rus konsolosluğu duvarından atmak istediği planları oradan geçen bir bekçimiz duvardan atlayarak hemen çıkarmış ve Nazım Hikmet orada hemen tutuklanmıştı. Orak ve çekiç’in esrarengiz aynı zamanda çok kötü bir şey olduğunu biliyorduk, bunlar nerden gelmişti.. acaba..babam casus muydu? bu haftalardır uykumu alt üst eden bir mesele oldu..boşuna kilere inip çıkmıyordu.acaba orada orak çekiçli adamlara telsizle gizlice memleketimizin sırlarını mı ulaştırıyordu..artık babama bakışlarım değişmiş içim kinle dolmuştu...babam nasıl olur da doğduğumuz bu Vatan topraklarına ihanet edebilirdi..geçimimiz bundan mıydı ? kileri altüst ediyordum telsiz falan varmı diye.. yoktu nereye koymuş olabilirdi peki öyleyse planlar neredeydi.?.sonunda dayanamadım.birden cesaretimi toplayıp- o kilerdeki tenekeler

neyin nesi? diye cesurca sordum - ha o mu içinde bulgur var dedi tenekelerin üzerindeki orakçekiç neyin nesi dedim - onlar Gazyağı tenekesi dedi...şimdi çok rahat eskiden.susam yağlı idarelerle aydınlanırdık bu idareler müthiş is çıkarırdı hem onlar gaz lambası kadar aydınlatmazdı. ..sonra belli aralarla Romanya’dan Türkiye’ye Vapurla gazyağı geldi bak şimdi bu şişe lambalarını gazyağı ile doldurup akşamları rahatça aydınlanabiliyoruz boşalan gaz tenekelerini de iyice temizleyip havalandırdık içine de bulgurlarımızı koyduk.. !

KÜRKÇÜ HANI1946

boş kaldığım zamanlarda babamın Arasadaki çalıştığı KÜRKÇÜ hanındaki Ticarethanesine gitmek zorundaydım..Kürkçü hanı görkemli siyah beyaz taşları ve iki katlı güneş şeklindeki kapısına rağmen revakları geniş ama biraz sevimsiz karanlık bir handı .Alt katta birkaç tüccar vardı.. Yahudi Yakup efendi toptan ve parakente perdelik kumaş-basma- çamaşır lastikleri gibi toptan şeyler satardı yine alt katta kına - çivit-soda- kitre ve.sabun yapımında kullanılan kostik buna benzer şeyler satılırdı, yukarıdaki oturduğumuz odalar karanlık ve kasavetli idi.

İLK FISTIKÇILAR

1946

G.Antebin ünlü fıstıkçıları bir araya koydukları eşit sermayelerle birlikteliklerini sürdürmeye çalışıyorlardı başta Hacı Mustafa SARAÇ (Amcam) Şakir SARAÇ (babam)- Mustafa AKINAL-Şakir ÇELİKEL-Abdülkadir ÇELİKEL- Ahmet HIYARLIOĞLU-açık söylemek gerekirse hepsi bu küçük odaya sığmıyorlardı bu ortakların ara sıra gelen oğullarını da hesaba katarsak tıkış tıkış olurdu başta Amcamın büyük oğlu Mustafa geldiğinde beni hep hizmet eri gibi kullanıp oraya buraya gönderirdi.. hanın yanında zencefil..karanfil..kimyon

.havlıcan satan aktar Ali efendiye beni yollar .. git benim selamımı söyle 50 gram davul tozu 50 gram minare gölgesi tartıp parasını hesabıma yazsın..sağa sola bakmadan kuş gibi gidip al gel !…Ali efendiye gidip selamlarını ilettikden sonra bu istekleri sıraladığımda yüzüme bakıp gülmekle kızmak arasında ; oğlum bunlardan tazesi kalmadı geldiğinde ben yanımdaki (çırak) ile yollarım..koskoca amcam oğlu Mustafa‘nın benimle böyle alay ederek oyun oynadığını arkamdan kıs kıs gülmelerden epey sonra anlardım.. .bu yüzden han’a gitmeyi hiç istemezdim ama babam çağırdığı zaman mecburdum görevim gelenler için ısmarlanan kahve gazoz..çay yaptığım tek iş sadece buydu..bunları ara sıra birbirine karıştırdığım da olurdu – üç sade kahve - altı çay -iki gazoz- dört orta şekerli kahve- çık işin içinden.. kahveciye gider kuşkuda kaldığım zamanlarda da aklımda artık ne kalmışsa bunları sayar hemen acele ile ortadan kaybolur doğru eve gelirdim. Kürkçü hanında babam ve amcam birlikte kaç yıl ortaklık yaptılar bunu tam olarak kestiremiyorum..!

TAŞINIYORUZ AMCAM İLE ORTAKLIK

1946

tam ilkokula yazılacağım zamanlardı. bir gün babam bir sır verir gibi . beni yanına çağırarak ortaklıktan ayrıldık bundan böyle Hacı Mustafa amcan ile birlikte çalışacağız . Belediyenin yanındaki Askeriye ye ait olan büyük bir yerde yeni ticaret yerleri açılmış orayı Belediye işletecekmiş isteyen Tüccarlara kiraya vereceklermiş Amcan hemen Belediye Hanındaki en büyük odayı tutmuş artık oraya taşınacağız deyince sevinmiştim .O hafta biz bir yandan , hamallarımız bir yandan taşınmaya koyulduk.. bana da bir sandalye taşımak düştü ama öyle taşınacak fazla eşyamız da yokmuş bir büyücek masa ,bir kasa,. beş altı sandalye.. iki de sehpa hepsi o kadar.. Kürkçü hanıyla Belediye hanı arası pek uzak sayılmazdı yemenici pazarından geçip de Tuz hanının yanından kıvrıldığınızda hemen Belediye hanını görebiliyordunuz..

  

BELEDİYE HANI1946- 47

Belediye Hanı İsmet Paşa mahallesinde Belediyenin hemen bitişiği.. üç kapısı üç ayrı girişi var üst kata çıkılan sekiz köşeli revakları olan,ortada Pancarlıdan gelen suyu, yuvarlak biçimde Havuzu ve buz gibi soğuk suyu olan aydınlık ve geniş bir handı..ilk geldiğimizde her yere atların samanların kokuları sinmişti Belediye hanına ilk taşınan biz olduk.. ana kapıdan girdiğinizde sol köşedeki aydınlık büyük odayı tutmuştuk.Odanın köşesinde ayrıca içerde buraya ait olan büyükçe iç içe karanlık bir oda daha vardı bu penceresiz oda yıllarca kullanılmadı şimdi düşünüyorum da birkaç metrelik kablo, priz düğ ve Ampul o kadar...yıllar sonra nasıl akıl edildi ise seyyar kablo uzatılıp ampül takıldı çuval deposu olarak kullanıldı..bir ara 1950 yılında Filistin’e sandıklar içerisinde yumurta ihraç edildi..ayrıca bir sandık içine yerleştirilmiş yüz mumluk ampül sayesinde bozuk yumurtalar ayrıldı buna da ‘’Yumurta kontrol makinası ‘’denildi.. uzun bir süre penceresiz bu odadaki yerlemiş bozuk yumurta kokusu bir türlü çıkmadı!

OKUL ÖNCESİ TİYATRO

1947

Okul öncesi ilk Tiyatroya Ağabeyimle birlikte gittik. Nakıp Sinemasına Turne ile gelen KENAN GÜLER TİYATROSU’ nda oyunun adını hatırlıyamadığım çok güzel dekorları olan bir aile komedisi izledik.. daha sonraları merak edip .bu Kenan GÜLER’ in adını her yerde araştırdığım halde bir bilgiye rastlayamadım belki de zarar edip tiyatrodan vaz geçti diye düşünerek bu işin peşini bıraktım.

SADİ TEK VE TİYATROSU

1947

daha sonra SADİ TEK TİYATROSU nu tanıdım…geçmiş günlerde Tiyatrolar Gaziantep’e geldiklerinde hep aynı şeyi yaparlardı önce Resmi dairelere uğrayıp Emniyetten izin aldıktan hemen sonra ilk işleri oyunda ki tanınmış birkaç oyuncu ile birlikte Tüccarların bulunduğu Belediye hanına uğrar davetiye şeklindeki özel kartları Teberru (Bağış) karşılığında takdim ederlerdi daha sonra da oyunun konusunu nereden geldiklerini kaç yıllık oyuncu olduklarından bahsederek kalıcıbir dostluk kurmaya çalışırlardı..

DAVETİYELER - TEBERRU (BAĞIŞ)

bunu yapmak zorundaydılar ,çünkü doğrudan ‘’Gişe ‘’ye güvenmek zarar etmek demekti az sayıda bir kadrosu olsa da Otel ve otobüs masrafları bir de perde aralarındaki revü (dans yahut dansöz kadrosu) eklenince bağış karşılığı davetiyelere ağırlık vermeleri gayet doğaldı…Babam Tiyatroyu sevmediğinden bağışı verir davetiyeyi de aldığı halde kullanmazdı .. üstelik birilerine verip işe de yaratmazdı.! davetiye ye sahip olmanın bir tek yolu vardı onu da bir kez denedik annemin babamı razı ederek birlikte gitmek istediğimizi ısrarla tekrarlamak yalvarıp yakarmak ! ısrarlarımız bir kez sonuç verdi babam bizi Nakıp sinemasının kapısına kadar bırakıp oyunun bitiş saatini öğrendikten sonra doğru Maarif’ deki camlı kahveye arkadaşlarının yanına gitmişti izlediğim…Sadi TEK çok ciddi bir oyuncu idi Onun Yurt dışındaki başarılarını duymuş hatta Şah RIZA nın davetiyle orta doğuda kendini kabul ettirmiş defalarca Yurt dışında HAMLET ‘i oynadığını büyüklerimizden duymuştuk ! Sadi bey’ in oyun başlamadan önce sahnenin önüne çıkarak kendi yazdığı - NE ATOM BOMBASI NE AMERİKAN RÜYASI diye başlayan bu tarafsız olmak ilkesi üzerine yazılmış 5-6 sayfalık Şiirini heyecanlı duygularla okuduğunu hatırlamamak mümkün mü? perde aralarında bize ücretsiz dağıtılan Sadi beyin şiirleriyle dolu bu çok sayfalı Tiyatro dergisi hala arşivimde durur…

 

SADİ TEK ve AVNİ DİLLİGİL

SADİ bey tıpkı AVNİ DİLLİGİL gibi Anadoluyu gezerek tiyatroyu tanıtıp aynı zamanda seyirciyi eğitmek amacı ile uğraşılar veren birbirinden yetenekli ender ustalardan biriydi çocukluğumda Sadi TEK ve Avni DİLLİGİL hocaları defalarca izlemek şansına sahip oldum. hele Avni DİLLİGİL hocanın seyirciler arasında yersiz bir harekete yahut yüksek sesle gazoz satan birine karşı sert tavır takınarak isyan edip birden oyunu ortada bırakıp protesto suskunluğundan sonra Shakespeare’ den H A M L E T oyunundaki bir tirad’a kendini kaptırıp oynadıkdan sonra alkışları toplayıp tekrar kaldığı yerden oyununa devam etmesini hiç unutamam !

1946-1947

Babam okul işleriyle pek ilgilenmezdi zaten kayıt için istenenler belliydi en başta Trahom Belgesi o zamanlar amcamların evine yakın ‘’Tekke’’Camiinin yanındaki Kozluca kapalı geçidinin biraz ötesinde TRAHOM ile MÜCADELE levhası asılı olan bir evde veriliyordu.Merdivenlerle çıkılan bu katta önce göz kapakları derisi elle yukarıya doğru tersine dönderilip çekilerek içine dikkatle bakılıyor daha sonra sarı kahverengi bir sıvı ilaç sürülüyor bu işlem bittikten sonra merdivenden inilip köşedeki odadan da trahom vardır ya da yoktur diye damgalanmış resmi belgeyi alıyordunuz hepsi bu kadar.. bunları büyükçe sarı bir zarfa koyup altı tane vesikalık fotoğrafı Belediye önündeki tanıdığım Topal fotoğrafçıya çektirdikden sonra Nüfus ve ikamet kağıdı..üç adet de mektup zarfı ve posta pulu eklendikten sonra her şey tamamlanmış olacak !

Cahit Saraç Okul öncesi

KEL EMİN - GAVUR EMİN 1946-47

Okul’un başöğretmenine dışarıdaki tanıdığım öğrenciler’ in bazıları KEL EMİN bazıları da GAVUR EMİN diyorlardı aman ne kadar yanlış ..ne kadar ayıp şey.değilmi ? Okula yazılmak için öğrencinin anne yahut babası ile birlikte gitmesi şart koşuluyordu ..sonunda babamı razı ettim beni yanına alarak Tahtani Camiinin yakınında yer alan Kömürcüler sokağından içerideki Antep harbinde Telgrafhane olarak kullanılan ŞEHİT ŞAHİN BEY İLK OKULU’ na götürüyordu.Okulun hemen girişinde köşede camlı büyükçe yeşil boyanmış bir Başöğretmen odasına girdik..babam baş öğretmen olan Emin bey ile tanıştıktan sonra elindeki zarfı uzattı Emin bey hemen babama mesleğini sordu fıstıkçı.. cevabını aldıktan sonra daha sempatik bir tavır takındı saçımı okşadı maşallah pek de zeki bir çocuğa benziyor.!. babam ağabeyi de burada üçüncü sınıfta okuyor dedi.. okulun ihtiyaçları odun vs yıpranan ve kırık sıraların tamiri için ayrıca okula bağış parası aldıkdan sonra hemen kaydım yapılmış oldu..

OKUL’ un İLK GÜNÜ

1946-47

Kalabalık öğrenci gurupları öğretmenler telaşla bir yandan sınıfları belirlemeğe uğraşıyor arada koşuşmalar oluyor.. Okul avlusu büyücek bir ev gibi 3-4-5 inci sınıflar merdivenle çıkılan üst katta 1.ve 2. sınıflar ise Başöğretmen odasının köşesinde yan yana yer almış Zil elle değil elektrikle çalıyor Öğretmenimiz belli oldu.. adı Nafi ŞİNİKÇİ sıcak güler yüzlü İnce zayıf bir öğretmen. Konuştukça gırtlağının bir boğumu yukarı aşağı çıkıp iniyor.. bizi çok sevdiği davranışlarından belli.oluyor .. okulu sıcak aile yuvası ile karşılaştırıyor burada hiç utanıp çekinmememiz gerektiğini hatta tuvalet ihtiyacımız olduğunda parmak kaldırıp izin istememizi ve bunda ayıplanacak bir şey olmadığını kısaca bir öğrenciden istenilen şeyleri teker teker sıralayıp değişik örnekler vererek bizi rahatlatıp okulu sevmemiz için ne gerekirse yapıyor.. günün ilk teneffüse çıkma zili çalıyor ! sınıfımızın tam karşısında çimento ile örülmüş bir SU Deposu ve yan yana dizili üç musluğu var bu muslukların biraz yukarısında ortak musluklar için kullanılacak kalın zincirle bağlanmış oldukça ağır bir şapşak ( yayvan kalaylı ağırca bir su içme kabı ) okulumuzun ilk gününde bana göz kulak olmak için aşağı inen Ağabeyim merdivenlerden yanıma gelirken elimdeki zincire bağlı içi su dolu ağır kocaman şapşağı zapt edemedim ve birden şangır diye elimden kayarak çimento hazneye çarpıp ses düşünce oradan sınıfları düzene koymak telaşında elinde trampet değneği ile geçen Başöğretmenimiz Emin bey bana değnekle öyle bir girişti ki, anlatamam .. insafsızca arkası arkasına omuzuma kafama rasgele durmadan acımasızca vuruyordu.. neredeyse değnek üzerimde kırılacaktı. Ağabeyim tam karşımda sapsarı olmuş hiç bir şey yapamadan öylesine yerinde donup kalmıştı hemen arkama bakmadan okulu terk ederek ağlaya ağlaya doğru evin yolunu tuttum.. tam Camiinin önünden geçerken Camiinin temizliğine bakan hizmetlisi beni çok seven Emine hatun neden böyle ağladığımı sordu hiiçç ..Pazar damı’nın yanında ayağım taşa çarptı ama çok acıdı dedim, ayağımı görmek istedi göstermedim, Emine hatun beni teselli etmek için incinmiş olabilir Annene söyle de üzerine sıcak hamur koysun dedi ! yol boyunca baş öğretmene karşı hırsım gittikçe artarak devam etti artık Okul denen o yerden nefret ediyordum ! Okul dedikleri bu ise beni öldürseler oraya gitmeyecektim akşam hemen ağabeyim babama okulda gördüğü o zalimce sahneyi anlatmış. ben de öylesine inat ettim okula gitmedim.. ayna’nın karşısına geçip başımdaki şişliklere baktıkça okula karşı nefretim daha çok artıyordu .

BABAM OKULA ÇAĞIRILIYOR 1947

üç gün sonra Başöğretmen hademe ile babamı çağırtmış .. babama Şakir bey gerçekten sizin oğlunuz olduğunu bilmiyordum okulda ne kadar haylaz çocuklar olduğunu bir bilseniz.. kendini haklı çıkarmak için konu dışına çıkarak yıpranan dershanedeki sıraları kendi cebindeki aylığından kıstığı paralarla tamir ettirdiğini bu mesleği sadece memlekete hizmet içi sürdürdüğünü, bu daracık okulda Başöğretmenlik yapmanın zorluklarını anlatmış da anlatmış.. beni başka haylaz kızıl saçlı bir çocukla karıştırdığını..yaramaz çocuklarla hiç arkadaşlık etmemem gerektiğini anlatıp babamdan özür dileyip gönlünü almaya çalışmış. Ne de olsa bu olay Ailemiz arasında çalkantıya neden olmuştu..sonuçta benim haberim olmadan Dayım ve ağabeyim de birlikte olmak üzere tüm aile konuşup Okuldan kopmamam gerektiğinde birleşip hem fikir olmuşlar... zaten annem akşamdan okul önlüğümü ve yakamı ütüleyip asmış. ben çoktan ..okulu aklımdan çıkarmış durumda iken pazar günü dayım ( Fuat Topuz) eve gelmiş o gün konu babamın ilk cümlesi ile açılmıştı babam Başöğretmenin çetin ceviz olduğunu irfan ordusu içinde Maarif adını kötüleyecek insanların olabileceğini bu devirde ne olursa olsun okumanın şart olduğunu Fuat dayım ise sonuçta Başöğretmenin özür diediğini bu konunun artık kapanması gerektiğini çıkarken de avucuma kimse görmeden biraz para sıkıştırıp Bisiklet için güzel bir zil almanın zamanı geldiğini söyleyip evden ayrıldı. Bu davranış henüz Lisede okuyan Dayımın tarzı değildi, belli ki bu babamın planı idi ..babam hiçbir zaman bize bol para vermek istemezdi bol paranın çocukları şımarttığını ve kötü alışkanlıklara yönlendirdiğini savunmuştur bunun yanında yazları kısa süreler için hayatı öğrensin diye akrabaların ve tanıdıklarının yanına beni çırak olarak verirdi. İlk çıraklığım Keçehanedeki ekmekçinin kapısı karşısındaki bakkal Hasan Hüseyin’ di.

BAKKAL HASAN HÜSEYİN

1948Keçehanedeki Ekmekçinin giriş kapısının tam karşısında evimize yakın sayılan Bakkal Hasan Hüseyin çok ciddi bir bakkaldı..bu zat çok ağır hiçbir işinde acele etmeyen sabırlı bir bakkaldı ..dükkanında yarısına kadar mahralar içinde domates…biber,soğan ve üzüm, tel bir sepet içine tavana asılmış birkaç yumurta.bulundururdu .bunları satmak için öyle görünür bir çaba da harcamazdı yalnız dükkana ara sıra yaralı bereli başı Kel yahut saçkıran olmuş insanlar gelirdi..zaman zaman Bakkal Hasan Hüseyin’ in dükkanı burası mı diye salıkla gelmiş kişiler ustama dertlerini anlatır o da ne zamandan beri falan gibi kısa sorular sorduktan sonra hemen bana seslenirdi getir şu bizim şişeyi ! boş bir rakı şişesine konmuş sarı saf zeytinyağı içinde uzun bir süre güneşte bırakılmış kantoron ile karışmış görünüşü çamur suyu gibi olan ucuna sarılmış birkaç dolam kalın çaput’lu teli şişenin içine banarak biraz karıştırıp yaranın üstüne sürdükten sonra karşısındaki adam kim olursa olsun bir kaç gün yarayı suya değdirme.!.beş gün sonra da bana uğra derdi !

TEDAVİ SONRASI ve SİNEKLERLE SAVAŞ

1948

yaptığı bu işlemden tek kuruş para almaz, vermeye kalkışanın da elindeki parayı sertçe geri iterek..tövbe estağfurullah diye sokranırdı..gerçekten birkaç gün sonra gelen adam Allah senden razı olsun Hasan Hüseyin efendi yaram tamamı ile geçti bak ! diye sevincini belli ederdi aşağı yukarı ustamdan tedavi görenler hep aynı şeyleri söyleyip minnettar olduklarını,sevinçlerini belirtirlerdi ..çoğu da dua ederek giderdi ha bu arada ustam bana şişe getirip götürmek dışında gazete parçalarından uzun uzun ince şeritler halinde kestirir sonra bunların ucunu bir küçük sopaya bağladıktan sonra benden mahraların üzerindeki sinekleri ve arıları kovalamamı isterdi bu eski tarz o zamanın modern buluşunu dükkan içinde sağa sola sallamaktan başka görevim yoktu hele tartı işlerine beni hiç bulaştırmazdı hepsini kendisi Hak yememek için büyük bir sabır ve titizlikle kendi yapardı.

ÇÖPÇÜLER - BOSTANCILAR

1948

ZİBİLCİ‘ler (Çöpçüler) öğle üzeri sıcak bastırdığında yemek yemek için en serin mekan olarak Bakkal Hasan Hüseyin’in yanını mekan tutarlardı çünkü burası boğaz sayılır, Türt tepeden Kaleye inanılmaz bir hava akımı vardı ! Allah ne verdi ise hemen karşıdaki Ekmekçiden tırnaklı taze ekmeklerini alıp başlarında bekleyen Zibil ‘ci ÇAVUŞ’u ile hep birlikte bağdaş kurarak otururlar ya kavun karpuz keserler açkılarında çoğu kez üzüm olurdu.. geçerken yemek listelerini görmek mümkündü ..babam geçerken onları gördükten sonra eve geldiğinde içine sinmemiş olurdu ki, büyük sahana evde ne pişmişse doğrama..pilav vs. kendi eli ile bolca doldurur şunu zibilcilere götür orada beklemene gerek yok ! boşalan kapları Hasan Hüseyin efendiye bıraksınlar daha sonra gider alırsın diye beni tembih ederdi..zibilciler Belediye’ye bağlı olarak ekipler halinde çalışır sokak ve caddelerin temizliğinden sorumluydular.. bir de mahalle aralarında Bostancılar vardı ki..siyah özel giysileri ile evlerin önünde zibil tenekelerinden boşaltılan sebze meyve artıklarını ( şimdiki gibi naylon poşet vs. yoktu ) eşeğe yükleyip bostanlar için dönüşümlü gübreye çevirmek amacı ile topladıkları artıkları doğru bostana götürürlerdi .

HAYYU BALIK GAÇ URUŞ ?

1947

Hacı Nasır camiisini geçince hemen köşede Aykanatların piyango biletleri ve kolanya satan Baii’ nin hemen yanında Hayyu tepsi içine dizdiği küçük balıkları satardı . Hamsi gibi küçük balıkları o zamanlar nerden temin ederdi hep düşünmüşümdür Mersinden,İskenderun’dan, sadece büyük balıklar gelirdi bunların belli müşterileri vardı.G.Antep’te Lahmacun kebap dururken pek balık alan olmazdı belki de bu küçük balıklar Alleben’den kendi tuttuğu balıklardı kimbilir ?.Hayyu Halepli idi Türkçeyi tam bilmiyordu konuşması çok hoşuma giderdi..onun konuşmasını uzatmak için elimden geleni yapardım Hayyu. kaç kuruş bunlar Hayyu.. üçü bir uruş çok pahalı veriyorsun be! hayyu,daha yavru bunlar Hayyu.. eksik olmaz.. eksik.eksik biraz ucuz sat ucuz yap..o gene aynı şeyleri tekrarlardı.üçü bir..uruş balıklar çok ufak ama lezzetliydi hemen fırından sıcak bir tırnaklı ekmek alıp beş kuruşluk da Hayyu’nun Balığını balığını içine koydum mu lezzetine doyum olmuyordu. Hayyu’nun en iyi müşterisi bendim galiba !

ARKADAŞ YOK SIKINTI ÇOK

1947

Belediye hanı daha yeni yeni hareketleniyor..kafama göre pek uygun arkadaş yok… hanın köşesindeki büyük odamıza amcamın ve babamın tanıdıkları hayırlı olsun’a geliyorlar bazısı da bunun yanında fikir edinmek için eldeki paraya fıstık alsak acaba ne kadar kazanırız ? diye bilgi edinmek için saatlerce oturup uzun uzun tekrarlarla geçen konuşmalardan ibaretti.. bazen de içine mevsimin yemek çeşitleri konusunu katılarak yapılan sohbetlerden sıkılmamak elde değildi.. gelsin kahveler tazelensin çaylar.

 

TÜFEKÇİ YUSUF’ un DÜKKANI

1947

Belediye hanında fıstık kurutma,çıtlatma,serme, işlemlerinde çoğu zaman haberleşme benim aracılığım ile yapılırdı.. hadi git oğlum Halit amcanı çağır gel Halit amcam’ın evinde fıstık Delip’i var o zamanlar simsar olarak bizim adımıza fıstıkları piyasadan alan Şükrü Eser ve Samet Eser işlem görmemiş bu fıstıkları doğru kozluca’nın cevizli mahallesi’ne Halit amcamın delibine hamallarla indiriliyor... delip’de Halit amcamın dürüğstlüğüne diyecek yok fıstıklar sağlam gider sağlam gelirdi..arada hesaplar için ona ihtiyaç duyulurdu amcamın hangi saatte nerede olduğunu ancak ben bilirdim..çoğunlukla işleri bitirdikten sonra ya kasabına uğrar yahut da Tahmis kahvesine gider..oyun sevmez ama oyun sevenler safında otururdu çünkü ne de olsa mahalle arkadaşları ..amcamı elimle koymuş gibi bulur mesajı iletirdim.. dönüşte buğday pazarı civarında Tüfekçi Yusuf’un küçük bir dükkanı vardı dükkanda tüfekçi Yusufun oğlu beyaz saçlı Mustafa Yıldırım Demirci ‘yi hep çalışırken görürdüm bu manzara beni hemen oraya çekerdi dükkanın önünden hiç eksik olmayan köylüler.. çoğunlukla vilayet dışından gelen avcılar bu kalabalığı oluştururlardı hadi oğlum git işine dedirtmemek için hemen bu gurupların içine dalar birinin oğluymuş gibi kenara çekilir onun büyük bir özen göstererek hatayı tesbit edip tamir edişini izlerdim..aman Allahım o ne el becerisi.!.hemen adamın elinden silahını alır şöyle gözünün içine kadar yaklaştırarak bir evirip çevirmeyle hemen teşhisini koyardı Mustafa Yıldırım Demirci anadan doğma saçları kirpikleri kar gibi beyazdı.. ışığa karşı aşırı duyarlı olduğu için gözlerini kısarak çalışırdı..onu seyretmek benim için büyük zevk ve vazgeçilmez bir tiryakilikti !

MEHMET ESER

Tüfekçi Yusufun torunları sayılan Mehmet Eser de bu soya çekim’den nasibini almış olacak ki Mustafa Yıldırım Demirci’nin yıllarca üzerinde fıstık çıtlatma ve kavurma makinaları çalışmalarından uzak kalmamış hep Mustafa Yıldırım’ın yanında bulunmuştu Mehmet Eser de inanılmaz becerikli ve yetenekliydi..bir zamanlar Mehmet Eser’in bana yaptığı tahta bir projeksiyon aletini yıllarca kullanıp Yurt dışında çektiğim Dia’ları bu aletle izlemiştim.. bu benim için büyük bir armağandı..

ÖĞRENCİLİĞE DEVAM - YAŞASIN ÖĞRETMENİMİZ NAFİ BEY !

1947

İlkokul öğrenciliğim şimdilik iyi gidiyordu yalnız Başöğretmenin girişteki kapısına başımı çevirmeden acele ile girip çıkıyordum öğretmenim Nafi ŞİRİKÇİ’ yi çok seviyordum o da bizleri kendi çocukları gibi çok seviyordu.. örneğin birkaç metre uzağını seçemeyip kim olduğunu karşısındakine soran Cevdet HOROZ arkadaşımızı doktora gönderip ona kendi cebinden verdiği para ile çok kalın bir miyop gözlüğü aldırmış .sonra da onu tahtayı iyi görsün diye en öndeki sıraya oturtmuştu .Cevdet Horoz (yoksul bir Kilimcinin oğlu ) artık ön sıralarda oturup dersleri takip edebiliyor üstelik Sinemaya bile gidebiliyordu.. Nafi öğretmen birkaç gün önceden okulun hademesini tabakhaneye yollayıp ağaçlardan’’ kaz ayağı’’ bu Öğretmenimizin kendi tanımlamasıydı bunları toplatıp (Güz mevsiminde kendi kendine ağaçtan dökülürdü) öğrenciler arasında bunlarla bakkal oyunu gibi-temsili uygulatmalarla alıp-satma-ve elde kalma hesaplarını ilginç hale sokarak akıldan çıkmayacak şekilde en kısa yoldan bize ‘’kaz ayakları ile‘’ öğretirdi.böylece-deste-düzine hesaplarını sınıfla birlıkte zevkle kavrardık.Hayatta gerekli bilgileri ders arasına sıkıştırıp sık sık bizlere sunan öğretmenimiz donma belirtilerini örneğin dağda soğukta mahsur kaldığımızda gazeteleri iç çamaşırımızın içine yahut sırtımıza sokarak aşırı soğuğu ve donmayı bir ölçüde engelleği.. daha buna benzer şeyleri sayısız örnekler vererek anlatırdı.

KAZ AYAKLARI - KİREMİT PARÇALARI

1947

Fişler yazılar derken sıra sayılara geldi.! bunları da KAZ AYAK’ları sayesinde çabucak öğrendik. ikinci sınıfta da Nafi Bey bize olan sevgisi ile okula sımsıkı bağlamıştı hiç unutmam bir gün ders bitiminde – yarın okula gelirken iki küçük Kiremit parçası onu bulamazsanız iki çakıl taşı.o da yoksa..iki adet taş getirmenizi istiyorum.bütün sınıf.bununla ne yapılacağını çok merak ediyordu sabah .derse girdiğimizde getirdiklerimizi sıranın üstüne koymamızı istedi bununla KERRAT Cetvelini ( Çarpım Tablosunu ) öğreneceğiz dedi, şaşırmıştık sınıfı sağ dokuz+sol dokuz olmak üzere ikiye ayırdı, eliyle vereceği işarete göre guruplar halinde hep birlikte veya ayrı ayrı söylenecekti.. biz de Nafi Beyin söylediklerini taşları birbirine vurarak tekrar edecektik ikiii kerree ikkkii döörtt eder.. Aman Allahım! ortaya ne güzel bir melodi çıkıyordu tekrar tekrar ettikçe sesimiz açılıyor güzelleşiyor sınıf coşuyordu öğretmen bizi sanki Devlet Orkestrası korosu gibi yönetiyordu birkaç defa aynı şeyi tekrar ettirdikten sonra sağ gurup işarete göre , iki kere ikkkiii- iki kere ikiii sol gurup başlıyor dört ederrrr…dört ederrr…sonra hep birlikte taşları birbirine çarparak iki kere iki dört eder.dört kere iki sekiz eder okul çıkışında bu melodiler kulağımızdan silinmeden kendi kendimize hep içimizden tekrar ederdik…dört kere iki sekiz eder…başından.sonundan derken on günde sınıfın hepsi çarpım tablosunu su gibi öğrenmiş oldu..tüm derslerden keyif alan kendinden emin Öğrencilerle dolu bir sınıf yetişiyordu o yıllarda ilkokul birinci sınıfı okutan öğretmenin beşinci sınıfa kadar okutması kurala bağlanmış gibiydi..sınıfın en korktuğu şey Nafi Şinikçi Öğretmenin bizi bırakıp gitmesiydi..!

NAFİ BEY NEREDE ?

1947-48

Öyle de oldu ! Nafi Beyin yerine ikinci sınıfın sonuna doğru Mehmet ÖZMEN bey gelmişti kırmızı yanaklı tombulca bir öğretmendi öyle kimseyi terslediği falan yoktu ..Dersleri ön sıradan başlayarak kitaptan onbeş satır olmak üzere sıradan bizlere tek tek okuturken o kendi masasında elinde küçük bir tesbih bizleri dinler biraz uyuklar bir ara tesbihi yere düşürür..yağcı öğrenciler çoğunlukla kızlarhemen oldukları yerden fırlayarak tesbihi alıp öğretmenin masasının üzerine koyar bu olay aynı şekilde tekrarlanır giderdi..Özmen bey’in eşi başka bir okulda öğretmendi Perihan Hanım bazen bizim okula uğrar birlikte çıkarlardı. .zamanlarının olmadığından mı nedir Özmen beyin evin temizlik işi gündeme gelirdi..!

KİM GİDECEK ?

1948

Sabahları ilk ders başlarken Öğretmenimiz bugün bizim eve kim gönüllü gitmek istiyor..isteyen kızlar ellerini kaldırsın her hafta üç kız temizliğe ( Evi baştan aşağı silip- yıkamaya) giderlerdi.Özmen bey Şehre küstü semtinde cadde üzerindeki evde otururdu..bir gün ders sonuna doğru ortaya bir soru attı ! Tarımdan Toprak’tan kim anlar? aranızda böyle biri var mı? bütün sınıf aynı anda anlaşmış gibi beni işaret ederek Cahit Saraç ! hem tiyatro’dan hem tarımdan –hem de toprakdan anlar dediler. meğer bahçesine maydanoz-tere- gibi tohumlar attırmış yakınlarda Buğday pazarı ve un değirmenlerinin çok olmasından dolayı serçeler –kumrular - güvercinler o bölgede sayıca fazla ..vdeki ekili tohumları altüst ederek zarar veriyorlarmış.. bunu önlemek için bahçeye sahip çıkacak birisi gerekiyormuş ! bu günden başlamak zere hem de okula uğramadan haftada üç gün Bekçilik ! birkaç gün elimde değnek başa gelen çekilir diye düşünürken aradan biraz zaman geçtikten sonra acaba arkadaşlar hangi dersleri gördüler ? neler öğrendiler ? diye içimde devamlı bir boşluk ve eziklik hissediyordum Aritmetik dersinden Arkadaşlarımla aramdaki fark kıyaslanınca aramızda bir Uçurumun olduğu ortaya çıktı.Öğrenimim boyunca bunun acısını çektim eziklik ve korku içinde sıramda sinmiş durumlarda hep Matematik derslerinin çıkış zillerini bekledim.

 

ŞARLO’nun BİR BENZERİ FİLMLERİNDEN KOPUP GELMİŞ

ALMÜNİT FOTOĞRAFÇI’ sı

1948

Çayları Kahveci Esat’a söyledikten sonra dışarı çıkıyorum karşıda Belediye binası Belediyenin merdivenlerinin ilk basamağının yanına modeli için koyduğu tahta sandalyeyi ve hemen yanındaki yeşillik küçük yüksek alanın önündeki Belediye’nin demirlerine iple bağlayıp astığı eczalı banyo şişesi-havlusu ile Belediyenin göbeğindeki bir yeri işgal ettiği açıkça belli.. daha da önemlisi Belediye gibi trafiğin canlı olduğu yakınında köy kamyonları ile alışverişe gelenler..kamyonun nerden kalktığını telaş içinde öğrenmeye çalışan bir gurup semercilere doğru yularından tutmuş atları ile gelenler bu hareketli yere tezgah açmış ekmek parası için çalışan bir Almünit fotoğrafçısı çektiği vesikalılıkları görseniz Belediye bunları nasıl kabul ediyor diye şaşar kalırsınız..ALMÜNİT.yani anladınız..altında sehpası, sandık biçiminde banyo çekmecesi ve üstte de tıkaçlı olan vizör‘ü bir de önde objektifi ve kapağı.o kadar.Bu Almünit in Türkçesi yok mu ? nasıl olmazmış Sandık fotoğrafçısı ! deyip geçmeliydik

belki de bu tanımlama herkes tarafından daha iyi anlaşılırdı. ha Fotoğrafçıyı anlatıyordum.. film’lerden kopmuş gelmiş kelebek bıyıklı..birbirine seninle konuşmuyorum diye ayrı yönlere giden kocaman ayakkabısı üstüne üstlük topallayarak..Modelini sandalyeye yerleştirdikten sonra trafiğe kulak asmadan caddeyi dört metre ihlal edip modelinden sehpaya kadar kımıl böceği gibi ağır ağır yürüyerek VİZÖR’ ün ’ kapağını açıyor..iyice kontrol edip...ağır ağır tekrar yürüyerek geldiği mesafeden yine aynı dönüşü yaparak modelinin çenesinden parmakları ile itinalı bir şekilde tutuyor ve derece derece önce yukarı daha sonra sola doğru kaydırıp sabitliyor sehpaya gelene kadar fotoğraf çektiren kişi istemeden de biraz olsun kımıldadığından..tekrar başlıyor dört metrelik yoldan dönüş yaparak tekrar vizör’e doğru gitmeğe.. her gidiş geliş .bu böyle.. en az beş altı kez tekrar ediyor..! ben bu durumu karşıdan izlerken kendimi zor tutuyorum..sabrım taşıyor! sonuçta bizim Şarlo Vizör’ün kapağını açıp-öndeki objektifin kapağını şöyle havada kendine göre alışık olduğu zamanlama ile bir daire çizip kapağı kapatacak hadi geçmiş olsun! (daha önce de bu fotoğrafçının hareketlerini gözlemleyip ezberlemiştim ) şimdi asıl mesele müşteri ile caddeyi kendine iş yeri yaparak dört metre gasp etmenin cezası karşılığı onu bir poz zarara uğratmayı planlamıştım.!. Sehpa arasından muzurluğuna Caddeden bilmemiş gibi aradan geçme Planım.!.benim oradan geçmek vatandaşlık hakkım değil mi? uygulama başlıyor !. beş altı kez pozlar için gidiş gelişten sonra tam çekeceği anı adım gibi biliyorum artık iyice ezberledim…tamam çekecek !

KIPRAŞMA- ÇEKİYORUM

Objektifin kapağını çıkardığı anda hemen MÜŞTERİ ile OBJEKTİF arasına girip sanki farkında olmamış gibi caddeden dikine elimi kolumu sallayarak yürürken fotoğrafçının - tüüühhhhhh - Şansa bak yandı bizim poz.!. dediğini duyuyordum! bu caddeden geçme hakkımı birkaç hafta değişik zamanlarda uyguladım ama..üçüncü kez artık fark etmiş olacak ki kolumdan tutup - bak seninle bir anlaşma yapalım...para almadan senin altı adet vesikalık fotoğrafını çekeyim bir daha yapma deyince kabul dedim..POZ’u istediğim gibi kendim vermek şartı ile 6 Adet boy fotoğrafımı çekecek ! tamam anlaştık o günden sonra her Belediye hanına her giriş- çıkışta hınzır der gibi uzaktan bana gülerek el sallardı !

ZENGİN AĞA

1948

adına bakıp onu zengin sanmayın ..Zincirli Camii’nin içinden geçerken kapı önünde onu sık sık tuzluca satarken görmeniz mümkündü..,Tuzluca dediğim pişmiş Nohut öyle nohut deyip geçmeyin.o kemik suyu ile pişirdiği nohutları büyük bir tahta kalbur şeklinde etrafı beyaz bir bez ile yarı kaplanmış şekilde sergilerdi, yarma siyah gömleğinin arasından çıkardığı kağıt külahlara sıcak sıcak koyup üstüne özenle tuzunu ekerek müşteriye öylece sunardı çoğunlukla bazı aileler uzun uzun mangal yakarak bu zahmetli işe gireceklerine çocukları göndererek on beş kuruşluk tuzluca aldırır hem yerler hem de yemeğe kullanırlardı..Zengin ağa tuzlucasını kendi kendini överek. başlardı satmaya -- ’’.gadan gede ( kazadan beladan uzak kalasın)Zengin !..Doktor Hamit de yiy bundan ‘’ diye’ tekrarlayarak..mani söylemiş gibi çarşının arasında dolaşır dururdu.’’.gadan gede Zengin..Doktor Hamit’de yiy bundan’’ Doktor Hamit Gazi Antep’in en tanınmış Doktorlarından. bir gün Zengini köşeye sıkıştırarak senelerdir böyle satıyorsun be adam ! benim adımı neden karıştırıyorsun bu işe ? bir daha böyle satış yaparsan başına geleceği bilirsin diye tehdit etmişti..artık.zengin Ağa doktorun adını kullanmadan‘’ gadan gede zengin..bütün Doktorlar da yiy bundan’’ diye satmağa başlamıştı.

ÇIRAKLIK GÜNLERİ

1948

Okul öncesi akrabaların ve tanıdık kişilerin yanında - Terzi çırağı -Kunduracı çırağı (çivi doğrultmak) -bakkal çıraklığı- Belediye hanının büyük giriş kapısında - şapkacı yanında belli aralarla değişik işlerde çıraklık yaptım,bunlar içinde en uzun süreli çalıştığım ( bir ay) Yemenici pazarının Kastel’ in tam karşısındaki ünlü ‘’TURAL ŞEKERLEME‘’ydi içeride geniş bir İmalathanesi vardı ve burada yetkili Kalfa olarak çalışan babamın halası oğlu ( Habbapçı Dayı’nın oğlu- Akif CANSEVEN ) vardı bu iş hiç de öncesi çalıştığım yerlere benzemiyordu burada zaman– ölçü– çabukluk çok önemliydi kısa sürede öğrendiklerimi pratik şekilde evde uyguluyordum. Kız kardeşim Eser’i de karşımda çırak gibi kullanıyor dükkandaki kuralların aynısını mesela Mermerin yağlamasını yüksek sesle kız kardeşime aynı o ortamdaki gibi telaşla Mermer yağlı mı?diye bağırarak emrediyordum..aslında evde uygun mermer yoktu çimento ile kaplı yeri temizletip önceden cam kavanozun içindeki şekerlerin hepsini kaynatıp Eser’e Mermer yağlı mı ? evet yağlı..cevabını aldıkdan sonra kaynattığım bütün şekerleri Cazzz diye çimentoya döküp Ilıttıktan sonra makas ile değişik şekillerde kesiyordum..tabii bütün bu imalat işleri annemin komşuda olduğu zamanlar oluyordu.. sonra kavanoz ‘daki şekerlerin ne olduğu sorulduğunda kabak Eser’in başına patlıyordu ! ancak Okula başladığım zaman anladım ki:çalıştığım yerdeki Ustalardan aldıklarım haftalıkların parasını hep babam karşılıyormuş !

NECİP BAHRİ GÜNENÇ - GAZETE SATICILIĞI

1948

en büyük isteklerim arasında avaz avaz bağırarak Hürriyet..Cumhuriyet..Akşam..Tanin Gazeteleri satmaktı. tanıdığım bazı çocuklar Suburcu caddesinde Develi lokantasının üstünde Gazi Kentin biricik gazete Baii’ yi olan Necip Bahri Günenç Otobüsle G.Antep’ e birer gün gecikmeli gelen gazete paketlerini pür telaş içinde iplerini keserek açar başına biriken gazete meraklılarının yanında bir yandan gelenleri kontrol eder bir yandan da genç gazete satıcılarına isteklerine göre örneğin on adet akşam on sekiz adet Hürriyet..onüç adet Cumhuriyet.yedi Tanin gazetesi bunları hemen elindeki kağıda acele acele not ederek teslim ederdi. Genç çocuklar aldıkları gazeteleri üst üste koyup hemen finişe kalkarken de Hürriyet..Cumhuriyet Tanin..Tercüman..diye avazı çıktığı kadar bağırarak ekmek paralarını çıkarmaya çalışırken bu çocuklara bakıp gıpta ederdim. Bir gün bende bu hevesi tatmak ve birkaç kuruş kazanmak için gazete satmaya karar verdim o kalabalık çocukların arasına dalarak oniki Hürriyet.onbeş Cumhuriyet demeden Necip Bahri efendi başını kaldırıp beni görünce olmazzzz dedi ..ben şaşırdım kaldım.. neden diye sorduğumda Şakir Baba ile bizi kavga mı ettireceksin be oğlum git işine !..başımı önüme eğip ezik Duygularla arkama bakmadan oradan ayrılmıştım .

ADVİYE HANIM ve GAZETELER

1948

Anne annem Münevver Topuz-Dedem Feruz Topuz Mütercim asım caddesi üst başındaki (Vahap Tutum’un oteli arkası) ndaki çıkmaz da otururlardı çıkmaz ama bizim için çıkardı..!. evin ikinci kapısı Körükcü sokak yanındaki çıkmaza kısaca matbaacı Rüştü tarafına .. Karagöz caddesine açılıyordu ..Gazete satıcığı içimde uhde kalmıştı..Fuat Dayımın okuyup kenara biriktirmiş Gazetelerini tomar edip bir tanesini elime alır ileriye doğru uzatarak başlardım bizim mahallede avazım çıktığı kadar bağırmaya Hürriyet,Cumhuriyet.Yeni sabah-Tanin.karagöz.Akşam.. komşu Kilisli Adviye Yavaşça hanım (Alaattin Yavaşça’nın kız kardeşi) oyun olduğunu bile bile büyük bir ciddiyetle hemen kapı önüne çıkarak elindeki beş kuruşu bana uzatarak yollar kapanoormu? bir haftadır bizim evde Gazete okunmooor ! otobüsler mi gelmoor..? benim usta bir gazete satıcısı olduğumu bana inandıracak kadar sorular sorarak beni kapıda uzun süre alıkoyardı.!. ben de daha önceki Necip Bahri Günenç gazete kültüründen uzak olmadığımı ispat edercesine gazeteci ağzıyla abılaaa Kar yok şimdilik yollar açık ben sizi hiç gazetesiz koyarmıyım kapıdan uzaklaşırken de Cumhuriyet,Hürriyet..akşam,Tanin diye daha içten bağırırarak evin öte kapısından mütercim Asım caddesine çıkardım.. Adviye hanım gerçekten çocuk psikolojisini çok iyi bilen muhterem bir kadındı 3-4 yaşlarında babam ve annemin İstanbul’a gitmek zorunda kaldıklarında beni anneannemlerin evinden alıp sinemaya götürmüş.çaktırmadan teselli etmiş..ben de annemi babamı isterim diye ısrarlı olduğumda beni rahatlatmak için zaman zaman kucağına yanına arada bir elimden tutarak o zamanın Otobüs garajına ( Burç Sineması arsası) ına kadar götürmüş.. bu özlemimi geciktirmek için elinden ne gerekiyorsa yapmış.!.Adviye Yavaşça..hakkı ödenemez Aydın bir Cumhuriyet kadını idi.

PORTAKAL SANDIKLARI

1948

Portakal sandıklarını aktardan aldığım üzeri çiçek desenli ucuz kağıtları çiriş yapıp sandığa yapıştırarak çiçek desenli renkli kağıtla kaplar bunun üzerinde ödevlerimi yapardım. o günlerde Gaziantep’in dinamo ile çalışan biricik santralı sık sık arızaya girer dolayısı ile çoğu geceleri gaz lambası ile çalışırdık.Gaz lambası deyip geçmemek lazım onların da ayrı bakımları var fitilinin düzgün kesilmesi gerekir ayrıca şişesi temiz olmalı.. gazını idareli kullanmalı evimizde iki gaz lambası vardı bir tanesini pencere kenarına koyardık ikincisini de ağabeyimle birlikte ders çalışmak için kullanırdık. mümkünse ödevler okuldan gelince yapılmalıydı, ama buna rağmen geceye mutlaka iş sarkardı..ben ara sıra misafir için kullandığımız büyük aynalı konsollu odayı tercih ederdim ama burası misafirlere açıldığı için burada çalışmama pek izin verilmezdi çünkü tavanı yüksek olduğundan geceleri buz gibi soğuk olurdu. ödev tamamlanınca ancak Tandıra girer keyfini çıkarırdı (Tandır insanda uyuşukluk yarattığından çoğunlukla içinde ders yapılmaz ancak dersden sonra içine girilirdi)

HAMİDE NİNEM

1948

Ninem Saraç ailesinin arasında en paylaşılamayan kişisiydi.. Yılın büyük bir kısmını Diyarbakır’da geçirir oradaki Ahmet ,Hayri,Hasan, ve Mahmut amcalarımda ortalama birer ay kadar kalırdı hiçbir kimseye yükü olmaz her gittiği yere çabuk uyum gösterir hep öğretici,sevecen ve içten davranışı ve öğreticiliği ile gelinlerinin hepsi onu el üstünde tutarlardı. babama - anneme hep yalvarırdık n’olur Diyarbakır’dan gelsin ! diye.. Hamide ninem geldiği zaman hepimiz bayram ederdik ! ben İnsan- tabiat -toprak sevgisini hep ondan öğrendim.ağabeyime-Asiye ablama- bana kız kardeşim Eser’e hepimize ayrı ayrı kağıtlara dualar yazdırır yazdıklarımızı bize,okutur avludaki ufacık ekinlik sahamızda bize tohumlar ektirir geceleri masallar anlatırdı... 98 yaşına kadar avludaki 14 basamaklı merdivenlerden aşağıya abdest almaya TUVALET’e iner her basamakta ‘’emanetim Allaha’’yı tekrarlar bazen içine sinmez tekrar aşağıya inerek tekrar abdest alıp o kadar basamağı sabırla geri çıkardı.! konu komşu gelinleri hep ona Melek derlerdi..hiçbir gelininin evinde dilinde kötü bir söz’e yer bırakmamıştır..yedi oğlanın ve gelinleri de sayarsak hepsinin ısrarla aranan özlemini çektiği büyüğümüz - baş tacımız olmuştur. !

DİYARBAKIRDAKİ AMCALARIM

1948

Ahmet amcam ticaretle uğraşır ayrıca Hayri amcamla birlikte sahibi oldukları Tarihi asar-ı antika MELİK AHMET HAMAMI’nı birer yıl ara ile münavebeli olarak işletirler, Hasan amcam Gazi caddesi üzerindeki ‘’ Hasan amca pastanesini ‘’ i Mahmut amcam da Melik Ahmet caddesi üzerindeki ÖRNEK OTEL’i işletirlerdi

GAZİANTEP’ deki AMCALARIM

1948

Haci Mustafa Saraç-Şakir Saraç ile ortak çalışarak fıstıkçılık yapar Halit Saraç (fıstık delip işleri) ni yürütürdü.

EVİMİZ

Büyük dedemizden kalma altta avluda bir mutfak.,sonradan yapılmış bir banyo,kiler, bir ara oda ve 14 basamakla çıkma oturma odası Misafir odası vardı büyük babam Mustafa Saraç’ın mesleği zamanın geçerli bir mesleği olan SARAÇ’lık Onu yakından tanıyanlar dedemin şimdiki tanımı ile tam bir Filozof olduğunu dükkanında kendi mesleğinin dışında çözümsüzlük içinde şikayeti olanlar gelir onları bir noktada birleştirerek barıştırır..gelenlerin sorunlarına çare bulup yol göstericiliği ile bilgilendirdiklerini..hayırlı ve Saygın bir büyük olarak kabul görüldüğünden bahsedilirdi.

YAHUDİLER

1948

Okulumuzda okuyan Yahudi çocukları da vardı adları.Rita..Hayyum.Yakup. Daniel.Timsah Rana.gibi.Bostancı ilk Okulunda okuyan bazı arkadaşlarımız bize - Sizin Mektep Yahudi Mektebidir..diye takılırlardı.. tabii biz buna pek aldırmazdık !. Yahudi çocukları bize karşı okulda kendilerini ezik hissederlerdi Okula bazen zeytinyağlı kıtır kıtır tuzsuz bisküvi gibi şeyler getirip bize ikram ederlerdi biz de onlara ara sıra ceviz..fıstık sucuk gibi şeyler ikram ederdik.. okul dışındaki bazı büyükler bize Yahudilerin korkak olduğundan söz ederlerdi içimizden bazıları bunlara inanarak, okulda göz dağı vermeye kalkıştıkları olurdu.

CAHİT BİZCİ1948

benim tombalak sıra arkadaşım Cahit BİZCİ O kısacık boyu ile bıyıkları terlemeye yüz tutmuş iri yapılı Hayyum’u bakışları ile korkuturdu ..sıra arkadaşım ve adaşım ile ben çok iyi geçinirdim.. Cahit Türk tepede otururdu.. anesi erken yaşta ölmüş babası Eski saray hanında öndeki baraka gibi yerde otomobil lastiği parçalayıp kuyular için su kovası ve kundura pençesi gibi şeyleri yapanlara satarmış..anlattığına öre pek öyle orta halli sayılanlardan değildi.sınıf içinde ve dışında.kalabalığa girmekten sıkılıyordu çok saftı boyunun kısa olmasından sanki utanç duyarak, çevrede Doktor akrabamın olup olmadığını sorar ,varsa boyu uzatmak için bir hap yahut şurup falan var mı n’olur bunu bir öğreniver, derdi..bende onu kırmamak için hemen peki deyiverirdim.! çok geçmeden-sordum bunun bir İlacı yokmuş yalnız arada bir Sabahları ağaç -dalına asılarak en az on beş kez Sellim sellim süllüm.. diye.. tutunup sallanmak boyu uzatabiliyormuş..! arada sırada sorardım Cahit spor nasıl gidiyor..? yok arkadaşım yok doğru dürüst kafama göre bir ağaç bulamıyorum ki.! gerçekten çevremizde Bostancı ve Tabakhane bölgesi dışında pek öyle ağaç falan yoktu...Cahit dertlerini hep benimle paylaşır pek öyle önüne gelenlerle hemen dostluk kurmak istemezdi..

YETİM KALMAK

1948

Ben bunu o küçük kafamla Annesiz hayatın bir eksikliği olarak yorumlar evden gizlice aşırdığım Sucuk ,bastık, fıstık gibi şeyleri.. gizlice Gazete kağıdına sararak Türk tepedeki Cahit’in evline götürürdüm ..evlerinin içi buz gibi soğuk olurdu sınıfta sık sık karnının neden guruldadığını ancak o zaman anlamıştım evin soğuğuna rağmen ödevleri hemen orada birlikte yapar hava kararmadan önce de acele eve dönerdim.

ARKADAŞIMIN AŞKI

1948

Cahit sınıfımızda ki Sabiha’ ya aşıkmış ! bunu yalnız gizlice bana itiraf etti tabii kızın bundan haberi yok Sabiha kale altındaki Tabakhane’ye inen yokuşun başında Kastel’in biraz altında ailesi ile kireç satan dükkanın üstünde kirada oturuyorlar tam Kalenin karşısı..Cahit o sade çocuk görünümünün altında anlaşılmazbir koskalık taşıyordu o zamanlar okul tam gündü öğlen yemeğinden sonra tekrar okula gidilir hava kararmaya yüz tutunca tahminen saat beşlere kadar ders yapılırdı..çarşamba ve cumartesi öğleden sonra yarım gün. .pazar günü tam dinlenme günü idi.cumartesi öğleden sonr tatil olduğu halde okul önlüğü ile dolaşırdık Cahit cumartesi günlerini sabırsızlıkla beklerdi..

KALEDE EFKAR ve SERENAT

1948

O gün sabihayı karşıdan görmek için Cahit Bizci ..benim de kaleye birlikte gitmemi rica etmişti.. kesin benimle paylaşacağı bir şeyler vardı ! iki şişe Gazoz alıp Sabiha’nın evinin karşısındaki Kale’nin yükseltisine birlikte çömelip yerleştik. kızın oturduğu evin penceresi var ile yok arası , yani çok ufak.. evin taşlarına bak dur ! eee neden buraya geldik ? Cahit okul önlüğünün altından bir yaylı bıçak çıkarıp bağırmaya başlıyor.Heeeyyttt. kendini sıkınca da gözleri küçülüp sanki ağlıyormuş hissi veriyor.. Onu kimselere yar etmem ! daha sonra üzerinde yılan işlemeli olan yaylı bıçağını kalenin sert taşlarına çalıp bir heyttttt daha çektikden sonra..Gazoz şişesini içki içiyormuş gibi kafaya dikip sonra başlıyor gazel okumaya:- ‘’Yarap beni canı-cananına kurban mı yarattın’’. incecik sesi Gazel’e uygun olmasa da parçalanmış duygularını dışa vurarak devam ediyor..Allahtan kalenin aşağıdan Gazel falan duyulmuyor o yaşlarda benim içimde aşk ve bunun benzeri ağlamaklı kıpırtılar yoktu !.Onun uzun süre Sabiha’nın evine bakışlarından sıkılarak hadi Cahit kalk şu boş şişelerin parasını alıp eve gidelim !

OKULLAR ARASI KAVGA OLİMPİYATLARI…

1948

Okul yıllarımızdaki adet ve geleneklerinden biri de Okullar arası taşlı sopalı gerçekten ciddi sayılacak kavga günleriydi ..Tabakhanedeki İlk Okullar kavga konusunda bizden daha üstün olduklarından karşılaşmalar Bostancı okulu ile yapılırdı.. kim daha fazla yaralı verirse o okul kaybetmiş olurdu.. önceden okulun karşılıklı elçileri dövüşün hangi gün..hangi saatte başlayacağına silah olarak çoğunlukla taş ve sapan olarak seçilmek şartı ile.. yer olarak. Kalenin eteğindeki alanda yapılırdı. Bunun sonucunda ciddi yaralanmalar da olurdu ben bu dövüş günlerinden akla yakın uygun bir bahane ileri sürerek aradan sıyrılır, Cahit gibi Cesur ve gözü pek bir kişiyi de caydırmayı başarırdım..

OKUL ÖNCESİ ve SONRASI SİNEMA

1948

Sinema ile daha okul öncesi tanışmıştım İlk Sinemayı ağabeyim sayesinde tanımış NAKIP ALİ Sinemasında o zamanın sessiz filmlerinden Rudolf VALENTİNO nun oynadığı ‘’ ŞEYHİN OĞLU ‘’ filmini izlemiştim,. aklımda kalanlara göre Valentino iki rolü.. hem şeyhi hem de Şeyhin babası olan yaşlı adamı canlandırıyordu daha sonraları sessiz sinemanın büyük yaratıcılarından bol pantolonlu kocaman sağa ve sola bakan ayakları ve kendine has kundurası ile melon şapkalı , sürekli baston çeviren komik sakar kişisi Ş A R L O nun sessiz fimleri , ayrıca LAUREL ve HARDY nin bizi gülmekten kırıp geçiren komedi filmlerini gördüm bu filmler bende büyük izler bıraktı bir de Chaplin in çağdaşı Buster KEATON’un sessiz filmlerini çok severdim Onu sonra iyice tanıyıp daha çok sevdim.Nakıp sinemasına sık sık SABU nun ve TURHAN BEY’in filmleri gelirdi basında çıkan haberler bu artistlerin Türk olduğunu yazarlar biz de Amerika’daki bu Türk aktrislerimizle gurur duyar onların filmlerini kaçımazdık..belki bunlar film işletmecilerinin ısmarladıkları şişirme haberler olabilirdi ve komşularla birlikte gittiğimiz Baydar Sinemasında oynayan AMBER -ayrıca .EKMEKÇİ KADIN –RÜZGAR GİBİ GEÇTI–ANKARA POSTASI- ATEŞTEN GÖMLEK - SÖZDE KIZLAR -DÜĞÜN GECESİ - ŞARLO DİKTATÖR -ELMACI GÜZELİ-Baydar Sinemasında Muhsin ERTUĞRUL Beyin Cahide SONKU ile birlikte oynadığı ‘’ŞEHVET KURBANI adlı filmde Baydar Sinamasında seyircilerin hıçkırık seslerini ve mendillerin ıslandığına şahit olmuştum.) BİR MİLLET UYANIYOR–BATAKLI DAMIN KIZI AYSEL –KAHVECİ GÜZELİ-Şezeeemmmm diye ellerini yukarıya kaldırıp pelerini ile uçan ‘’DEV ADAM‘’ boyuna sandalyelerin başlara vurularak parçalandığı vurdulu kırdılı 36 kısımlık alt yazısız orjinal sıkıcı filmler bir ara Rusyadan gelen ve konusu daha kolay anlaşılan masalımsı filmler ( KONUŞAN BALIK) gibi hatırladığım okul öncesi gördüğüm filmlerden bazılarıydı..

AFİŞLER ÖNÜNDE - BEDAVA HİZMET

Film başlamadan önce sinemanın önü Panayır yeri gibi kalabalık olur, işi olan olmayan orada toplanırdı ..afiş tahtalarına iliştirilmiş fotoğraflar varsa önünde beş dakika durmanız yeterliydi fotoğrafların başında bu filmi görmüş biri gelir ‘’ filmin oğlanı aa burada Defineyi bulur bak şu şapkalı adam var ya bu oğlanı takip eder..kız çadırdan çıkınca şapkalı adam kızı kaçırır..oğlanın haberi yok..uçurum gibi bir yerden geçerler.aaa burda.hani o elinde ok apaçi var ya..oğlana haber getirir.O Apaçi aslında iyi adam....ayrıntılarına varıncaya kadar anlatır dinleyenler filmi görmüş gibi olurlardı...tabi bu anlatana göre değişirdi.

BÜFE DEDİKLERİ

Baydar sinemasının yan duvarından nakip sinemasına uzanan sırada iki büfe vardı bunlar mevsimine göre tane ile portakaldan tutturun da mandalin-alıç - yer fıstığı-Naneli şeker- yayla sakızı..bizim sonradan tanıştığımız sulu Hurma.-keçi boynuzu -Şeker kamışı satılırdı,şeker kamışı boyu ölçülerek verilirdi bir işaret parmağı yüz para beş kuruşluk da keçi boynuzu aldın mı 36 kısımlık filmi bitırirdiniz..ayrıca sinemanın önünde çocukların parayla okuttuğu-yahut sattığı Resimli Mandrake sayılarıTom miks -.Zoro-.Zagor-Teksas.-kızılmaskeleri satanlar başkasıyla değiştirenler-para karşılığı tüfekle hedefi onikiden vurmağa çalışanlar..cırcırlar..Bursa.üç misli..bas Eskişehir’e kazan parayı..elden satılan biletler. devamlı .bu hareketli alan sık sık zabıtalar tarafından basılır yarım saat sonra yine aynı değişmeyen manzaraları görürdünüz.! Soğuklar..demek ki o zamanlar kışlar daha buydurucu geçiyormuş ki üzerimizde sako (uzun palto)ve başımızdan omuza attığımız poşu ve geniş atkılarla dolaşırdık.. sakoların boy uzunluğu dizimizi geçerdi bunlar da sinemada işimize yarardı..gelecek arkadaş olduğunda yanımızdaki sandalyeye yayar sahibi var ! gelecek derdik. bir de filme geç gelenler vardı o zaman salonda şimdiki gibi yanlara gizlenmiş kedi gözü denen lambalar yoktu ellerinde çakmağı ileri tutarak alluşşş (ali) nerdesin? salonun içinden bir ses sesime gel sesime der! Bu gibi benzeri durumlarda ben ilginçtir ki adam arkadaşını buldu mu? yerini buldu mu diye merakla onu olduğum yerden takip eder buldu ise ancak o zaman arkama yaslanıp rahat ederdim !

DİM - BO ! OYUNU

Nakıp sinemasının sahne altındaki koridor gibi yeri bir ampül ile aydınlatılırdı etrafı kalın tellerle çevrilmiş (ampul çalınmasın belki elektrik çarpmasın diye) bu koridor’un tavanı başımıza değecek kadar alçak olan giriş ve çıkışı olan (içerde tuvaletler de vardı) arkadaşlarla erken sözleşir film başlayana kadar bu geçitte DİMBO (teslim almaca oynardık)

ARTİSTLER ve SESLENDİRMELER

Dergi ve gazetelerdeki Artislerin resimlerini keserek kendi yaptığım ebadları çok büyük kalın bir albüm hazırlamıştım yabancı artistlerin gençlik fotoğrafları ve filmlerindeki değişik fotoğraflarını arkadaşlara gösterek bu Artris kim oyunu oynardık..yabancı filmlerde kim seslendirmiş benden hiç kaçmazdı.bu konuda çok iddialıydım.bunu Adalet Cimcoz..bunu Sami Ayanoğlu Seslendirmiş.. bu Kani Kıpçak-Necmi Oy-Necdet Mahfi Ayral- .bu Rıza Tüzün..bu Nevin Akkaya..bunu Agah Ün..bunu da Reşit Gürzap seslendirmiş diye hiç tesbitlerimde yanılmaz bu yeteneğimle hep gurur duyardım.

OKUL İLE SİNEMA ya GİTMEK

1948Okulda Öğretmenlerden birinin öncülüğünde yetkililerce oluru verilmiş ve adı belirtilmiş filmlere gitmek isteyenlerin diğer bütün sınıflardan da katılacak olanların bilet paraları toplanır, görevli öğretmen önceden çarşamba yahut cumartesi öğleden sonra biletlerimizi ayırtır başımızda ilgili bir öğretmen olmak şartı ile sıralar halinde Sinemaya giderdik. Bize ayrılan yerlere otururken doğal olarak kalabalıkta çıkardığımız gürültülere dışardan seyirciler’’ Susun be’’ türünden itirazlar olurdu o tıka basa Sinemanın dolu olduğu anlarda örneğin: Shakespeare’ in ROMEO ile JULİET filminde olduğu gibi filmde anlamayıp kaçırdığım yerleri merak edip sonradan aynı filme bir daha gittiğim olurdu.

SAMSON ve DALİLA

1948

Okulumuzun toplu olarak gidip de en çok sözünü ettiği film: SAMSON DALİLA idi Samson rolünü Victor MATURE , Dalila rolünü de Hedy LAMARR George SANDERS de zalim komutanı oynuyordu . o yaşlarda bile dikkatle Rejisörün adını aklımda tutmaya özen gösterirdim .bu büyük filmin yönetmeni Cecil De MİLLE idi bu film o zamanın teknik yenilikleri ile geniş seyirci kitlelerinin beğenisini kazanmıştı konusu gayet basitti: SAMSON bütün kuvvetini saçlarının uzuluğundan almakta hilelere alet edilen sevgilisi DALİLA uykuda onun saçlarını keserek bütün kuvvetini alır bir süre sonra SAMSON’un işkence gördüğü ve uzun kaldığı hapishanede saçları tekrar uzayıp da eski haline gelince Samson tapınak sütunlarını yıkarak zalimlerden intikamını acı bir şekilde alıyor...

MUHARREM GÖYMEN ve SÜTUNLARI YIKAN ADAM

1948

hiç Sinemaya gitmemiş çok sevdiğim sınıf arkadaşlarımdan Muharrem GÖYMEN (Pazar Hamamının sahibinin oğlu) bizim zorlamamızla bu filmi görmüş her önüne gelene ’ SÜTUNLARI YIKAN ADAM filmini sakın kaçırmayın ! bu filmi ne pahasına olursa olsun muhakkak görün ! diye filmin sahibi gibi canla başla herkesin görmesini tavsiye etmeye kalkışmıştı.. Muharrem önlüğünün altına sığmayacak kadar gürbüzdü hiç ağzı boş durmaz hep bir şeyler atıştırırdı derste bile kimselerin fark edemeyeceği şekilde cebindeki bastığı eliyle küçük küçük parçalar halinde ufalayıp usulca ağzına atar daha sonra öteki cebinden aynı ustalıkla ceviz ve fıstık içlerini çaktırmadan alıp yutardı…zil çalındığında cebindekileri kimselere ortak etmemek için okulun en sakin köşesine çekilir etrafı kolaçan ederek yerdi..onun bu huyunu bilenler-birazcık da bana ver diye sataşırlar o da sadece ceviz olan cebine şöyle bir elini daldırıp silkeleyerek ha bak bir tane kalmış ! diye ufak bir parça ikram edip hemen oradan sıvışırdı. o zamanın paylaşmacı çocuklarına bu davranış elbette çok ters geliyordu..

TEK ÇARE - HÜCÜUUM!

1948

buna bir çare bulunmalıydı bunu da organize etmek bana düşmüştü benim arkadaşlara tavsiyem anlaşılır Öz ve kısaydı -Size işaret verdiğimde hemen ceplerine saldırıp hepsini boşaltın ! eylem planı başlıyordu.. birinci dersten çıkış ziliyle birlikte hemen onun koluna girerek o gün gittiğimiz filmin adı neydi Muharrem diye sordum yürüdüğümüz yerde gereken ilgiyi kurmuştum Dalila saçlarını kesti daha sonrasında ne oluyordu unuttum yahu! der demez hemen yakınında sütuna benzer bir şeyler arayarak bir elini odun deposunun üstüne öbür elini de duvara boylu boyunca uzatarak başladı sütunları yıkarmış gibi kendini zorlamaya ! o anda öbür arkadaşlar yanımıza yaklaştı ben hemen övgülere başladım Vallahi Samson’dan daha güzel rol yapıyorsun ! verdiğim işaretle arkadaşlar ellerini bütün kuvvetiyle yana uzatan Muharremin cebine saldırıp cebini boşalttılar.. bastıkları sucukları, cevizleri, güzelce aramızda eşit şekilde paylaştık ders boyunca Muharrem bize ters ters bakarak hayıflanmaktaydı İkinci dersin sonunda teneffüse çıkarken Muharremin koluna girip özür diledim sucuğun bir tanesini ona uzatıp boğazımdan geçmedi senin için ayırdım dediğimde bana bakıp gülümsüyordu..

GEÇ KALMIŞ BİR DOSTLUK

1947-48

sınıfta aramızda Cahit KERVANCI’ nın olduğunu biraz da geç fark ettik.Cahit uzun bir suskunluk devresinden sonra aramıza katılmaya karar vermişti sınıf arkadaşlarına bakılırsa ekip tamamlanmış adımızı üç Silahşörler gibi Üç Cahitler adını takmışlardı. Cahit Saraç –Cahit Bizci ve .Cahit Kervancı !

KALABA AĞZI ve KÜÇÜK MASUM KUMARLAR

1947-48

Kalaba ağzına – Salaba ağzı dendiği de olurdu, burası adından da anlaşılacağı üzere Kale çevresindeki en kalabalık canlı geçitlerinden biriydi arkadaşım Cahit KERVANCI’nın oturduğu ev burada tabaat ( Hüner ) sahibi Kadir ustanın evinin tam karşısındaydı onunla ortak yanımız onun sinemayı aşırı sevmesi gelen filmleri kaçırmaması babasının Belediye hanında .bizim odanın hemen bir kaç dükkan ötesinde fıstıkçı olmasıydı. Cahit Kervancı’yı okul saatleri dışında hep kalaba ağzında oyun oynarken bulurdum. gürültülü ve kalabalık olan bu yerde yumurta tokuşturma oyunundan başlayın da da gazozla oynanan taşar mı taşmaz mı oyunları ve BOZKURT şekerleme firmasının çıkardığı içinde numaralandırılmış meslekleri ihtiva eden aklımda kaldığına göre sırası ile bir Kalaycı ..iki cambaz..üç Kuşbaz gibi yüzlerce resimli kağıtlar içine bükülmüş kahverengi karamel şekerlerin altı yahut yedi adedi ile karşılıklı çekiliş yaparak kim büyük sayıları bulursa o şekerleri kazanmış olurdu... açık söylemek gerekirse işsiz güçsüz aylakların ve yankesicilerin eksik olmadığı bu yerde Cahit Kervancı ile burada zorunlu buluşmak gibi bir şeydi.ne yazık ki Cahit arkadaşımız için vaz geçilmez tiryakilik derecesinde kendini bu oyunlara kaptırıp deste deste kartlar satın alarak, alt mı büyük üst mü büyük ? gibi kumar sayılabilecek bu oyunlara olan aşırı ilgisi nedeni ile yanında onu uzun süre beklediğim halde beni bile fark edemeyip görememesi ancak ortalığın kararmaya yüz tuttuğunda beni hemen yanında fark edip kazandığı tomarla resimli kağıtları kendi evine götürmekten korkarak ertesi günü kendisine teslim edilmek üzere emaneten bana bırakması.haftanın filmlerinden söz etmeye bile zaman kalmadan birbirimizden ayrılmamız gerçekten beni şaşırtırdı.

YANLIŞ BULUŞMA YERİ

 1948

Okul çıkışı Cahit’ ile çantalarımızı evlere koyduktan sonra onun isteği üzerine ısrarla buluşma yeri yine kalaba ağzı olurdu.! burada DERME (topaç) çevirerek almalı (kim uzun süreli çevirirse ortadaki topaçları toplamaya hak kazanırlardı) en iyi topaçlar da ağır dayanıklı zindiyan ağacından yapılan topaçlar olduğu söylenirdi..kalaba ağzındaki Cahit arkadaşımın ısrarı ile geldiğim bu yerde bir gün Gazoz ile taşar mı taşmaz mı? bahis oyununu izlerken ansızın kulağımdan yapışıp beni kenara çeken babam bana yol boyunca verdi veriştirdi.. çok kızmıştı bir öğrenciye yakışır mı bu davranşlar neyi öğrenmeye çalışıyorsun ? sakın bir daha seni buralarda görmeyeyim diye azarlamıştı..o günden sonra oraya adım atamadım babam bundan böyle okul çıkışından sonra Belediye Hanına gelmemi istedi…bunun altındaki neden ortalık yerlerde aylakça dolaşmam olmalıydı..

BELEDİYE HANI ve ARKADAŞLAR - GURUR VERİCİ GÜNLER 1947

Belediye hanı öyle Kürkçü hanı gibi sıkıcı sayılmazdı..en azından orada çağırıkçı Mamed’in kardeşi Coşkun Tekinalp- amcam oğlu Abdullah Saraç.. Faruk Çillerin kardeşi -Hüseyin Çil Vahit Eser-Kemal Eser- Mehmet Eser-Cahit Kervancı gibi arkadaşlar vardı Gazeteleri okuduktan hemen sonra birbirimizle takas ediyor.. böylece daha çok gazete okumuş oluyorduk o günlerde gazetelerde yer alan göğsümüzü kabartan fotoğrafları,komutan Tahsin Yazıcı’nınTürk Bayrağını ve Kuran’ı öpüp başına koyarken çekilen Kahraman Türk Askerlerinin KORE’ ye trenle hareket etmek üzereyken resimleri başka gazetede Celal Dora’nın vapura yereşirken çekilen kahraman Türk Askerlerimizin dizilmiş fotoğraflarla dolu haberleri ilgimizi çekerdi…göğsümüzü kabartan önemli bir haber de Olimpiyatlarda aldığımız.takım halindeki birinciliklerdi başta Yaşar Doğu-Celal Atik-Gazanfer Bilge diğer takım halindeki güreşçilerimizi galip ilan ederek ellerini havaya kaldıran yabancı hakemler ve minderde çekilen boy boy fotoğrafları gururumuzu okşardı..cumartesi günleri Belediye hanında çocuklar sayıca daha kalabalık olurdu.. bisikleti olanlar kocaman hanın çevresinde turlar atar işleri olmayanlar ise sandalyeleri dışarıya çıkararak güneşlenirlerdi

İSTANBULA KAÇALIM!1948

Cahit KERVANCI babasının Camiye gitmesini fırsat bilerek birkaç oda aşağıda ki bizim odaya kadar yaklaşıp işaretle beni dışarıya çağırır içerden sandalye çıkartarak kapı önüne otururduk..gördüğümüz filmlerden söz eder bazı filmleri eleştirir bazı filmlerin oyuncularını alabildiği kadar överdik Cahit’ in gördükleri film sayısı benimkilerden çok çok fazlaydı hele yaz günleri bir sinemadan çıkar öbür sinemaya girerdi Cahit geçen yaz tatilinde ailesinden habersiz İstanbul’a kaçmış orada bir lokantada bulaşıkçı olarak çalışmış sonradan babası onun izini bulmuş kulağından tutuğu gibi Gaziantep’e getirmiş eve gelince de iyi bir dayak yemiş bir daha kaçmayacağına dair söz vermiş...


NEYMİŞ BU İSTANBUL!

1948

Yerli ve yabancı filmleri anlatmaktan usanınca başlardı İstanbul anılarına anlata anlata bitiremezdi vapurları iskeleleri kayıkları..Sinemaları..gördüğü Artist’leri…artist kahvelerini hatta bir polisiye filmde de oynamış ! ona çok iyi para vermişler Rejisör hemen ilerde lazım olur diye adresini defterine yazmış yemin ediyor ..İstanbul’da para kazanmak o kadar kolaymış ki her yerde İş bulma imkanı varmış hele artistlikte inanılmaz paralar dönüyormuş…sigara içmeyi orada öğrenmiş..! İstanbul’ un pilajları çok güzelmiş. ben de geçen sene mahallemizin çocukları ile KİLİS’ e gittiğimizi tek Milli partimiz C.H.P nin Bayrakları ile Coşkun’un abisi Mehmet TEKİNALP (çağırıkçı Mamed) in güzel Şiirler okuduğunu iyi Nutuk attığını Kilis halkının onu alkışlandığını , gelirken bize Emin Amcanın Otobüs’ de Lahmacun dağıttığını anlattım…-Cahit bana kızarak -hayatında bir KİLİS görmüşsün o da bir şey mi ! bak oğlum nasıl olsa tatilin bitmesine daha iki ay var ..gel birlikte İstanbul’a kaçalım..orada çalışıp para kazanırız, sonra da artist okuluna yazılıp filmlerde oynar birlikte meşhur oluruz.. İstanbul’un her yerini gördüm tanıdım bak param yok diyorsan gidiş biletini ben alırım .!. iyi düşün taşın ben nasıl olsa kaçacağım orada el ele verir birlikte zengin oluruz..! ben bunun saçma . imkansız bir şey olduğunu söyledikçe bana kızıp ot gibi yaşamaktan ne çıkar bu bir fırsat iyi düşün taşın gelmek istemezsen ben yalnız gideceğim iyi düşün ve kararını ver !

BELEDİYE HANI’nın SOĞUK SUYU

aylardan temmuz sıcakların bastırdığı günler odamıza gelenler oturur oturmaz sıcaktan bir ohh çeker hadi oğlum bize bir Su.doldur deyince ya ben ya da amcam oğlu Abdullah Saraç hemen fırlayıp masa üzerindeki şapşağın içinde ki suyu kapının önüne serperek tazesini havuz girişindeki soğuk sudan doldurur getirirdik.. dışarıya göre bizim oda oldukça serin sayılırdı oturanlar kolay kolay yerlerinden kalkmak istemezlerdi .

ARILARI GEZDİRMEK

SıcakTemmuz aylarında evde Asma’nın yanında küçük bir ekinlik sahamız vardı asmaların üzüm verip eşek arılarının bollaştığı zamanlarda hele bir de ekinliği hortumla suladığımızda hemen arılar toprağa üşüşürdü..daha önceden hazırladığım Islak bez parçasını toprağa konan eşek arısının üstüne atar bezin altında kalan arının iğnesini cımbızla çıkarır hemen oracıkta ayağını ince dikiş İpliği ile bağlar Arıyı sokak sokak gezdirirdim..

ASKER ALİ

Belediye hanının abone satıcılarından Asker Ali öğle üzeri omuzunda küçük bir Halı kolunda kaçak bir kaç ceket ile (bunlar çoğunlukla Avrupada Noel arifesinde gönüllü halktan geri kalmış yoksul ülkelere Kilis üzerinden gönderilen temiz görünümlü giysilerdi) Hanın kapısından Harrraççç diye bağırarak girer hanın çevresinde tam bir daire çizerek tur atıp yüzünde satış kaygusu olmadan arkasına bakmadan mağrur dimdik kimseye eyvallah etmeden hanın büyük kapısından çıkar giderdi..! onun asker unvanı sanırım emri vaki bağırışından -üzerindeki zabit giysisine benzer kıyafetinden - yazın bile ayaklarından çıkarmadığı çizmelerinden ileri geliyordu !

KAMİL PEHLİVAN

Belediye hanına haftada en az bir gösteri yapmak üzere gelen Kamil Pehlivanın bir kaç önemli gösterisi vardı handaki çoğu kişilerinin tekrar tekrar görmesine rağmen köylülerin ve yabancıların değişik kişilerin geldiklerini var sayarsak bu gösteri her zaman yapılabilinirdi.. üstünü çıkarıp çıplak göğsüne kocaman firkete ile tutturduğu D.D.Y. saati ile etrafındakilerin ilgisini çeken. Kamil Pehlivan artık seyircilerin çoğunun toplandığını görünce belindeki kayışın tokasını biraz daha sıkarak yanında getirdiği kocaman yirmi kiloluk dev balyoz’un uzun sapını ellerinin kaymaması için tükürükleyip yaradana sığınıp Ya Allah diye balyozun sapını kavrayıp sırtına her vuruşta ahh hıhh diye sesler çıkarıp balyoz ile ritim tutardı..bundan sonra ikinci proğramına geçer uzun bir kalas üzerine müşterilerinden isteyen birine 10 luk bir çivi çaktırır kalasın birer ucunu dayanıklı ucundan tutturduğu iki müşterilerinin eline vererek kendisi de diz çöküp kocaman onluk çiviyi tam ortasından dişleri ile V şekline getirene kadar eğerdi..üçüncü numarası karnının üzerinden araba geçirmesiydi ki hanın içine araba girme imkanı olmadığı için karnının üstüne kalas koyup dört beş kişiyi karnında hoplatırdı KAMİL PEHLİVAN ellerini seyircilerine açamıyacak kadar gururluydu ! gösteri bittikten hemen sonra onun adına esnaftan biri çevreden bir terazi kefesi kapıp onun için para toplar.. toplanan bu paraları küçük bir çıkına sararak Kamil pehlivan’ın eline tutuştururdu.

GAPPENCİ GARA AHMET

Belediye hanının Resmi görevli tartıcısıydı.. tarttığı çuvalların kilosunu Belediye hanı içinde olmak şartı ile her yerden duyabilirdiniz tınısı gayet kuvvetli bir sesi vardı 78 kiloooooo derken kantarın Horoz kilidini sert bir şekilde kapatır tartıda milim şaşmasına imkan yoktur hemen Belediyenin seri numaralı fişini keser alanın da satanın da eline birer adet Resmi fiş tutuştururdu.. bazı sabırsız Tüccarlar uzaktan hamallarının çuvallarını tartı aletine koyar koymaz uzaktan Gara Ahmet’in sekseeeenn kilo demesiyle yazıhaneden duyup hesaplara girmişlerdir bile..

BELEDİYE HANI ve TERAZİ KEFESİ

zaman zaman Tıyatro gurupları idarecilerinin uğrak yeri olarak davetiye karşılığı bağış kabül edilir.. ayrıca-bazen gözü yaşlı bir yetim için- çaresiz bir hasta için-bazen parasını kaybedip köyüne geri dönemeyen bir yaşlı köylü için o kişiye hayır olsun diye hastayı da yanına alarak hanı bir baştan bir başa dolaştırarak onun adına terazinin kefesinde para toplamak sık sık görülen olaylardandı.

KAYMAK DONDURMA ve ALLAH MUTLU ETSİN !

1948

Temmuz ayının bazı günlerinde sıcaklara dayanamaz sık sık başımızı büyük havuza sokar serinlerdik.arada sırada başımızı suyun içinde kim daha uzun süre tutacak diye birbirimizle yarışırdık yüzümüz mos mor olana kadar suyun içinde tutarak uzun rekor kırmak için çalışırdık… yanımızdaki Belediye binasının üst katı Nikah salonu idi. bu mevsimde nikaha gelen Ailelere büyük fincanlar içinde dondurmalar dağıtılırdı..canım dondurma istediğinde birden ortadan sessizce kaybolur Belediye önünde bir müddet bekler yukarıya nikah için faytonlarla gelenler içinde gözüme kestirdiğim bir Ailenin mensubu gibi peşine takılır nikah salonuna birlikte girer hemen yanı başlarında onlarla bütünleşmiş gibi yerimi alır otururdum. Böylece dağıtılan kaymak dondurmamı afiyetle yer nikah çıkışında da tabii –Allah mutlu etsin! demeyi İhmal etmezdim .handaki arkadaşlarıma..olayın sulanıp da açığa çıkmaması onlar tarafından yaygınlaştırılmasın diye ne nikahtan ne de dondurmadan söz etmezdim ..

TEKLİF‘e CEVAP - KARAR VERDİN M İ?

1948

birkaç gün sonra Coşkun TEKİNALP ile otururken Cahit Kervancı benimle baş başa rahatça konuşmak istediğini babasının ikindi’ye kadar iş yerine gelmeyeceğini benden kararımı beklediğini söyledi..-Cahit kardeşim ben bu olayı unuttum bile ! daha öncede defalarca söyledim ben hiç bir yere öyle ailemi terkedip gidemem…bu konuda gayet ciddiyim..Cahit gene konuyu döndürdü dolaştırdı İstanbul’a getirdi şehri övdü Altın etti..beni ikna edemeyeceğini anlayınca peki tamam madem öyle ADANA’ ya kaçalım..! yahu anlamıyorsun Cahit ben bir yere kaçmak istemiyorum ! deyince, iyice bozulur gibi oldu tamam öyle olsun dedi.

İHBAR MEKTUBU

ertesi günü Belediye hanına biraz geç geldim…babamın suratından düşen bin parça evde dolabımı düzelttim istersen anneme sor demeden titrek elleriyle acele zarfın içindeki kağıdı çıkarıp yüzüme doğru fırlattı.. ne demek bu İstanbul’a kaçacaktın ha ? ne İstanbul’u baba ! Allah aşkına bunları kim söylüyor? mektubu elime tutuışturdu ...Sayın Şakir Saraç dikkat edin oğlunuz Cahit bu günlerde kesin olarak İstanbu’la kaçacak bunu yapacağını kesin olarak biliyorum Sizi oldukca yakından tanıyan biri olarak şerefinize ne kadar düşkün olduğunuzu da biliyorum.. sonradan üzülmenizi istemediğimden acele olarak bu mektubu odanızdan içeri atmayı borç bildim ..Saygılar ! Baba böyle şeylere nasıl inanırsın ? benim İstanbul’da ne işim var? herhalde bunları birisi şaka olsun diye yazmış ! babam ses tonumdan böyle bir şey olmadığına kanaat getirerek başını sağa sola sallayarak , ben de zaten bu İş de bir cinlik olduğunu tahmin etmiştim..

CAHİT KERVANCI NEREDE ?

1948

Cahit o günden sonra Belediye hanına hiç gelmed yaklaşık on beş yirmi gün sonra acı haber ansızın Belediye hanına yayıldı ! bana anlattığında yalan yokmuş.! kimselere haber vermeden otobüse binip-- Adana’ya kaçmış ! daha sonraki günlerin birinde orada hava sıcak olduğu için Ceyhan nehrine yüzmek için girmiş acı bir şekilde kanallara doğru sürüklenip boğulmuş.( daha sonra yanında bulunan arkadaşı Adanalı çocuk her şeyi anlatmış) hemen babası apar topar Adanaya gitmiş cesedini aramışlar bulamamışlar babası dalgıçlar bulmuş.. sonunda bulup çıkarmışlar…iki gün sonra hiç unutmam bir Cuma günü cenazesi Adana ‘dan G.Antep’e geldi ..omuz verdiğim tabutunu yemenici pazarından geçirirken gözyaşları içinde hıçkırıklarla taşıdım daha sonra mezarlıkta bu genç vücudun nasıl mezara indirildiğini görünce dayanamıyacağım bir duygu benim içinde sevgili İlkokul arkadaşımı kaybetmenin genç yaşta nasıl acılı ve yakışıksız bunu da Unutmamın mümkün olamayacağını anladım.

TATİL DEVAM EDİYOR - ADIMI DERGİYE BASMIŞLAR

1948

Cahit KERVANCI nın bu genç yaşındaki ölümü beni çok sarsmıştı sabah erkenden Belediye hanına gidip yarıda bıraktığım oyunu okumaya devam edeceğim.. Henrik İbsen’in Peer Gynt çok güzel ayrı düğnyalarda yaşayan bir çocuğun masalımsı bir oyunu..arada sırada Necip BAHRİ bey’e gidip Armağan dergisinin çıkıp çıkmadığını soruyorum bu derginin büyük boy afişini ( ARMAĞAN DERGİSİ YAKINDA ÇIKIYOR! ) Necip Bahri beyin yazıhanesinin içindeki büyük afişte gördüğüm ve çok merak ettiğim bu derginin çıkıp çıkmadığını ne zaman sorsam arkasında asılı duran afişteki yazılanın aynısını söylüyordu.. ‘’Armağan dergisi yakında çıkıyor ! ‘’

DOĞAN KARDEŞ YAYINLARI

1949

açık söylemek gerekirse ’’Doğan Kardeş’’ dergisinden artık sıkılır gibi olmuştum hep aynı birbirinin benzeri şeyler tekrar ediliyordu,yine de gelmişken DOĞAN KARDEŞ’ in son sayısını aldım.. içindeki bilmeceleri sakin bir kafa ile çözmeyi seviyorum. geçen sayıdaki bilmecelerini çözmüş her zamanki gibi Cağaloğlu adresine yollamıştım .

SEYRÜSEFER HAKKINDA YILDIZ SİNEMASINDA BEDAVA FİLM

Maarif Gaziantep’in merkezi sayılırdı nereye gidiyorsun ? diye sorulduğunda şöyle Maarif’e doğru çıkacağım deyimi günlük hayatımızda en sık kullandığımız deyimlerden biriydi Maarif alanını çok severdim hele tam maarif’in yol ortasındaki Seyrüsefer kulübesinin ortasında yer almış memur koluna beyaz kolluklar takıp ciddi ciddi görevini yerine getirirken arada arabalara ve yayalara uzattığı kolu ile geçiş işareti verip ağzında düdük ile yayayı ve arada geçen tek tük arabaları yönlendirmesi seyre değerdi....köşedeki yüksek yere asılı bez üzerine yazılan pankart dikkatimi çekmişti‘’ Seyrüsefer hakkında Yıldız Sinemasında Bedava film’’ bu gün saat 15.00 de...bedava film olsun da isterse elektrik direklerini göstersin..iyi ki de gitmişim .üst kattaki balkon’a oturdum..en önde uzun boylu birisi önunde bir mikrofon hazırlık safhasında olduğu belli.. yanımdaki amca’ya sordum..o..Seyrüsefer Müdürü Abdullah Özer dedi..makinist odasında hiç bir hareketlilik yoktu..sonra dikkatli baktığımda Müdürün önünde makaralı bir gösterici aleti vardı..film tam saatında başladı konuşmalar Amerikanca’ya benziyordu bu filmden kim ne anlayacak diye düşünürken.. Seyrüsefer Müdürü filmin orjinal sesini biraz kıstı ve önündeki mikrofondan kendisi anlatmağa başladı ses tonu tok anlaşılır tertemiz bir Türkçe.. film öğretici filmdi.’’.Öğretici film’’ deyip de geçmemeli arada sırada ilk okul,da birlikte gittiğimiz Sanat okulunun atölyelerinde yerlere yayılarak yüzlerce öğrenciye izlettirilen bizi ve toplumumuzu ilgilendirmeyen öğretici filmlere götürürlerdi....bir şey anlamadan- öğrenmeden birbirimizi tepeleyerek karanlık atölyelerden çıkar haklı olarak başımızdaki öğretmene filmin ne anlatmak istediğini sorardık Öğretmenimiz de cevap bulamazdı..ama bu öğretici film bir başkaydı...amacına ulaşmıştı her şeyden evvel bir evrenselliği vardı.. bir Belediye Şehir Meclisi düşünün Seyrüsefer için o ilkel şartlarla yenilik arayışı içinde toplanan Meclis yeni kararlar alıyor ..bu kararlar yeterli kalmıyor.uygulamalar.biraz da komik durumlar yaratıyor bunlar da yeterli olmuyor..yeni kararlar alıyorlar.. bunların da uygulamalarını görüyoruz bu kararları seyrüsefer Müdürü güzel güzel anlatıyor filmin kararları uygulama sahneleri biraz da hızlandırılarak çekilmiş bu da seyirciyi sıkmadan filme ayrı değişik bir güzellik katıyor ! bol bol gülüyoruz..yeni kararlar gerekiyor..içimizden bu kararların isabetli olduğuna inanırken yeni aksaklıklar oluşuyor..dolayısıyla yıllardan beri alınan kararların gelişim evrelerini biz de içindeymiş, bunlarla hep birlikte yaşıyormuş gibi teker teker görüp hissediyoruz ..tabii bunda Abdullah Özer’in de payı büyük...öyle güzel anlatıyordu ki .hem gözümüze hem kulağımıza hitap ediyor.yıllar geçtiği halde bu olay o zamanın şartları içinde değerlendirildiğinde toplumumuz için mükemmel inanılmaz bir sunumdu..

KATMERCİ HACİ NURU

Elmacı pazarında baklavacı İnal’ın karşısından biraz ötede sol tarafta Zabıta karakolunun yakınında dükkanlar arasında kalan küçük bir fırın vardı.. katmerci Haci Nuru.. amcam ve babamının çok yakından tanıdığı yaşlı ama oldukca dinç bir zattı.. Gençlik tiyatromuzda birlikte çalıştığımız Enver Tekerlek’in dedesiydi Gaziantep de en güzel katmer yapan yer olarak bilinirdi.. kaymak ve şekerle yoğrulmuş ışıl ışıl hamuru ince kağıt gibi açar.. arasına her katına top top kaymak koyup kare biçiminde bohça yapıp arasına bol yeşil fıstık içi –koyup fırında acele etmeden serin yerinde pişirirdi..amcam ve babam Nuru amcanın irice doğranmış bol fıstık kullanmasına rağmen. yolladığı ekstra boz fıstık içini de ilave etmek üzere götürürdüm.! Hacı Nuri beyin yaptığı Katmer tadına doyulmaz bir olaydı...

POSTACININ BIRAKTIĞI PAKET

Bisiklete atlayıp Maariften doğru Belediye hanına geçeceğim artık yarım pedal bisiklet kullandığım günler geride kaldı ! Maarifte yol artasında bir Seyrüsefer kulübesi beyaz kolluklar takmış memur ağzında düdük işaretlerle idare ediyor hemen sağ elimi yana açarak P.T.T yokuş aşağısını gösteriyorum P.T.T önündeki asfalt yoldan bisikletle aşağıya yağ gibi akıp gitmenin ayrı bir keyfi vardı ! sanırım bu P.T.T. önündeki asfalt Gaziantep’e dökülen ilk asfalttı hana geldiğimde postacı benim için oldukça kalın bir paket bırakmış merakla edip açtım içindeki kitap’’ Guliver’in seyahatları ‘’ ayrıca biraz önce aldığım Doğan kardeş’ in son sayısının aynısını da ücretsiz yollamışlar.. geçen bilmeceyi doğru çözdüğüm için kazananlkar listesinda adım çıkmış. büyük harflerle (CAHİT SARAÇ )’ı görünce bir başka sevindim adım DERGİ ‘ye basılmıştı ! gidip gelip dergideki Cahit Saraç’ın Matbu basılmış halini gördükce içimden tekrar tekrar bakmak geliyordu bu benim için kimselere anlatamıyacağım erişilmez özel bir duygu idi !

ÖĞLE YEMEKLERİ - SEBZE HALİ - KASAPHANE ve ADLİYE 1949

Hacı Mustafa amcam öğle yemeklerini hep hanın bayram yerine bakan kapısı yanındaki kebapçı Hasan usta’dan yerdi. bu ya altı ezmeli kebap ,ya lahmacun yanında bol yeşillik ve ayran olurdu onun adına ısmarladıklarım öğlen yemekleri en az üç kişilik olurdu..odaya kim adımını atsa , hemen acele ile önündeki kebabı ekmeğin içine sarıp eğer lahmacun ise hemen katlayarak iki elleri ile karşısındakine uzatır - hele buyur ciğerim diye ikramda bulunurdu gelen kim olursa ister hamal olsun ister postacı.! hep böyle yapardı babam öğlen yemeklerini mutlaka evde yemeliydi tabii ben de onunla birlikte giderdim prensip imeselesi ..amcamın yemeğini söyledikten hemen sonra babamla birlikte evin yolunu tutardık.Tuz hanında’da fıstık ambarımız vardı fıstıkların arada havalandırılması gerekirdi..böyle durumlarda ben yemek zamanı babamdan daha önce çıkar Yemenici pazarından , kazancı yokuşuna doğru tırmanarak kestirme yoldan sebze Haline inerdim .

ZABITA MÜDÜRLÜĞÜ

Sebze Halinin (Bakır hanı karşısı) girişinde demir yülseltili merdivenle çıkılan bir Zabıta Müdürlüğü vardı içi hiç boş kalmazdı her zaman hareketliydi burası bana o günlerde okuyup bitirdiğim’’Dostoyveski ’nin Suç ve Ceza’’ romanındaki Polis Merkezini hatırlatırdı Halin içi bunaltıcı sıcaklarda tepede çok sayıda kocaman elektrikli vantilatörlerin çalıştığı Kasaphanenin içinden serinleyerek ilerler buradan hemen uzun çarşıya çıkardım

ADLİYE BİNASI

1949

Kasaphanenin üst katı o zamanlar ADLİYE binası idi.. bu binanın alt duvarı boyunca mevsimine göre küme küme portakallar mis gibi uzaktan buradayım diyen mor ve sarı havuçlar yaz günleri pirpirim (Semiz otu) değişik yeşillikler satılırdı.Bizler pırasa Enginar gibi çoğu sebzeleri pek bilmezdik.zamanla Gazi Antep‘e gelen memurlar sayesinde bunları da öğrendik.tabii onlar da bizden çok şeyler öğrendiler Şiveydiz.doğrama vs..gibi sebze yemeklerimizi tanıdılar.. eve gelirken arada sebze halinin üstündeki dar kapıdan ADLİYE’ye girer cüppeli Avukatların etrafındaki kalabalık insanların hareketlendirdikleri koridorlardan geçerek duruşma yapılan odalara tek tek başımı uzatıp burada neler olup bittiğini anlamaya çalışırdım.

ADLİYEDE ÇALIŞAN KÜÇÜK ARİF

1949

Mübaşirlerin sesleri. koridorda yankılanıken oda oda Küçük ARİF’i arardım onun burada çalıştığını biliyordum ! .küçük Arifi birkaç gün önce uzun çarşıdan geçerken görmüştüm ona kendimi tutamadan yüzüne karşı bakıp güldüğümde bana öyle bir baktı ki ! biraz daha gülmeye devam etseydim kesin tokadı yapıştıracaktı ama tokat atabilmesi için sandalye üzerine çıkması gerekecekti galiba Coşkun’ un ağabeyi çağırıkçı Mamed (Mehmet Tekinalp) anlatmıştı eli çok ağırmış ..ayrıca Kavaklıkta küçük Arif’ in de bulunduğu beş altı kişilik bir topluluk içki masası hazırlatıp bir güzel içmişler kafaları iyi olduktan sonra küçük Arifi masanın örtüsüne sarıp sarmalayıp güzelce bir kundak yapıp ağzına da emzik vermişler o da arkadaşlarını ve çevresindekileri güldürmek için bebek gibi ıngaa.. ıngaaa diye ağlayarak ağzındaki emziği cuk cuk ettiriyormuş bu anlattıklarını insan gözünde canlandırınca..düşünebiliyor musunuz? bebek kundağının içinde bir KÜÇÜK ARİF !.Arif bey galiba bu Adliyede kısım Amiri olarak çalışıyordu sonunda onun çalıştığı bölümü buldum masa başında ağzından düşmeyen sigarası önünde üst üste konmuş dosyalar ve evraklarla haşir neşir olarak çalışan…asık suratlı bir Küçük Arif !

AMERİKANCA FISTIK İHRACATLARI – FOB İSKENDERUN

1949

ne babam ne amcam İngilizce bir kelime bile bilmezler.. daha ortalıkda İngilizce bilen pek kimseler de yok ama S A R A Ç Firmasını ,NEW YORK’daki Mr.GERMACK firması yıllardır çok iyi tanıyor.!. anlaşmaları gerektiğinde bir Telgrafla hemen işi bitiriyorlar, gelen telgrafın en uzunu şöyle : l5-.l0 stop 25 TON FOB İSKENDERUN hepsi bu kadar ! bu demek ki: ekim ayının on beşinde 25 ton fob İskenderun teslimi fıstık istiyoruz .bundan sonra bizimkilere İş düşerdi fıstıkları hemen 25 tona tamamlamak eldeki miktar eksik ise etraftan temin etmek ! bu Belediye hanındaki tüccarlardan yahut simsarlar aracılığı ile ortada senet sepet olmadan itimada dayanan ama çok yakın bir zamanda ödeneceğinden adı gibi emin oldukları içindi, fıstıklar toparlanmazdan bir gün önce çuvalların üzerini teneke plakalı delinerek hazırlanmış teneke kalıplar üzerine ıstampa boyaya batırıp fırçalama yolu ile (gideceği yer ve alacak olan) boş çuvallar damgalanıp hazırlanır sevkiyat günü de TİCARET Bakanlığının görevlendirdiği kontrol memuru tarafından ayrı ayrı fıstık kümelerinden aldığı numunelerle fıstıkların resmi kalite sonuç belgesini aldıktan sonra hamallar fıstıkları doldurarak çuvalların ağzını, kulaklarını diker uçlarına da kurşun geçirip bağlarlar.. orada bulunan. Bakanlık görevlisi bu kurşunları özel baskı aletiyle sıkması ile sonlanan tüm bu işlemlerin hepsiyle en ufak ayrıntısına kadar babam nezaret eder her şeyiyle ilgilenirdi, fıstık hamallarının öteki hamallardan daha özel oluşu ve daha iyi ücret almaları da dikkat-çabukluk- zor bir çalışma gerektiğinden kaynaklanırdı bütün bu hamalları babam yetiştirirdi.. kolay mı Şakir baba olmak çuval .dikme tekniğini taşıma işlerini bazen çuvalları kendi sırtına alarak ders verir gibi uygulanışını gösterir ve gereğini incelikleri yeni hamallara öğretirdi büyük kamyonlar hanın kapısına yanaşınca yerden kamyonun arkasına doğru merdiven görevini gören çift enli bir kalas atılır -hamalları bu safhada çalışırken görseniz gözlerinize inanamazsınız ! yüz kiloluk çuvalları vızır vızır fırtına gibi üç-dört kişi 25 ton fıstığı istisnasız tam bir saat içinde yerleştirip üst emniyet kendirlerini de sıkıca bağlamak şartı ile şoförüyle birlikte kamyonun arka kapağı kapatılırdı terden sırıl sıklam olan yüzlerini boyunlarına bağladıkları yarım ufak havlu ile terlerinini silerler bir şey olmamış gibi sessizce kunduralarını giyip giderlerdi.! Bankaya para geldiğinde hesap günü iki tarafın da listelerindeki delibe götürüp getirmeler içinde olmak üzere toplam tartıları hesap edilip önce hamallar sonra esnaf teker teker çağırılıp borçlar hemen temizlenirdi.

FISTIKÇILAR SAHRESi (PİKNİK)

1949

Yaz aylarında dayanışma içinde olan fıstıkçılar SAHRE’ye ( PİKNİK ) kent’in mesire yeri olan Kavaklığa giderlerdi.konaklama olarak kavaklığın kahve kısmındaki özel yerlerini önceden ayırtırlardı…oysaki kahvenin biraz karşısına düşen yerde Tüccar Yağcı Ahmet’in zevkle inşa ettirdiği yazlık taş binası (bağevi) vardı..yanlış anlaşılmasın esirgediğinden değil yağcı Ahmet burasını tüccar arkadaşlarına daha önceden teklif ettiği halde onlar kabul etmezler nedeni garsonların getirip götürme işleri (fırın işlemleri rakılara buz koyma gibi işlerin. burada daha uygun olduğundan akar suyun karşısına yerleşmeyi tercih ederlerdi.. o zamanlarda taksi bulmak kolay değil Yağcı Ahmet in rengarenk çok güzel işlenmiş atlı bir faytonu vardı oğlu Bedir bu faytonu zaman zaman Belediye hanına da getirirdi . beyaz giysileri ve Fötr şapkası ile film artistlerini gölgede bırakacak kadar yakışıklı olduğunu ispat edercesine Piknik için büyüklerine hizmet ederdi hem de alçak gönüllülüğünden bir şey kaybetmeden!…elde bir taksi bir de fayton var fayton acil ekibi beyin takımını yani öncelikle orayı çekip çevirecek kişileri alır götürürdü .taksi de altışar kişi halinde üç sefer yaparak bu işi bitirmiş olurdu, ikinci seferde amcam. babam (kucağında ben)Mustafa AKINAL ve Oğlu( Settar Akınal kucakta) Abdülkadir ÇELİKEL-daha sonra da Ahmet HIYARLIOĞLU- Sait ULUSAM ( şamşıkoğlu ) Aaaa Şamşıkoğlundan söz ederken ..

ŞAM ŞIK OĞLU ve YAVUZ SULTAN SELİM ’in F E R M AN I

1949

Şamşık oğlunun, büyük dedesi. ermişlerdenmiş…Yavuz Sultan Selim Türk aleminin ilk Halifesi olarak Sefere çıktığı soğuk bir mevsimde köyün uzağından geçerken ince gömlekle Bağı budayan yaşlı dedeyi görmüş atını ona doğru sürmüş- baksana ihtiyar bu buz gibi soğuk havada sen üşümüyormusun demiş Dede- yoook ! ya sen üşüyor musun dedikten sonra , Yavuz Sultan Selim peki bu budadığın bağın üzümünün cinsi ne diye sormuş Şık dede elindeki kuru asma dalının ortasından şöyle dahra ile bir vurmuş.. bir salkım taze üzümü uzatmış Yavuz Sultan Selime..Yavuz şaşkın üzümü yiyip bitirdikten sonra bu yörenin neyi meşhur acep demiş Şık dede ince gömleğinin altına elini sokup çıkardığı sıcak İçli köfteyi uzatmış Yavuz Sultan Selim şaşırmış benden ne dilersen dile demiş O da ŞAM ‘ı verirsen yeter ŞIK’ lığımı orada sürdürürüm demiş.Yavuz Sultan Selim hemen fermancısını yanına çağırmış ŞAM’ın ŞIK’a verildiğini yazmasını istemiş ve altına kendi tuğrasını basmış fermanı yazan farkında olmadan ŞAM yerine SAM yazmış.O fermanla Sait beyin ermiş büyük dedesine SAM köyü hak olarak verilmiş. Ben bu fermanı yakından Belediye. hanına getirip bizlere gösterdiğinde görmüştüm.çok özel bir bakır işlemeli bir kabı vardı.. bu fermanı daha sonra Eski saray Garajının yanındaki Antikacı danışmanı olan Sanat Tarih Uzmanına göstermiş(Paşa Hamamının yanındaki evde otururdu) Ferman Yavuz Sultan Selimin olup Tuğra da ona ait olduğu kesinlikle saptanmıştı ! bu işten anlayanlar Ferman SAM köyünden daha değerli demişler…! o günden sonra oğulları ile aramızda bir para konusu geçse ..sizin fermanınız var ya derdim !. ŞAM ŞIK Tahtani Camii yakınlarında yaşlı annesi ile otururdu etrafındakiler annesine iyi baktığını babama anlatmışlar..Şamşık sait uzun çarşıda kavun karpuz satıyordu bir gün üreticiden büyük miktarda aldığı kavunların hepsi tatsız çıkmış ne yapsın bütün sermayesi bu. Kavunun birini iyice şekere bulayarak emdirmiş gelene dilimleyip işte kavun dediğin böyle olur diye gelip geçenlere tattırarak elindeki kavunların hepsini bitirmiş ! Babam ‘da bundan nasibini almış Şam şık daha sonra işin gerçeğini anlatınca babamın hoşuna gitmiş işinden memnun değilsen Belediye hanına gel bize simsarlık yap demiş Şamşık hemen kavun satmaktan vaz geçebileceğini söylemiş sonra Komisyonculuktan başlayarak Tüccarlığa kadar yükselmişti. içkiye çok düşkündü içkiyi biraz fazla kaçırdığında kafasını duvarlara vurur Ana..Anaaa diye ağlardı oysaki anası sağ ve sağlıklı üstelik her zaman yanındaydı.. lazım olduğu anda Babam hadi şu Şamşık’ı evinden çağır da gel artık üstüne güneş doğdu.!. neredeyse öğlen olacak.derken Onu hep.çağırma görevi bana düşerdi babamın dediği gibi gittiğimde hayatta (Avluda) onu güneşin altında.uyur bulurdum. Tamam sen git ..ben hemen geliyorum..

HAMALLAR ÜST BAŞA

1949

babam sahrede (Piknik) hamalları hep üst başa oturtur, yemek piştiğinde de onlara kendi elleri ile ilk servisini yapardı buna yanındaki bazı tüccarlar.. yaşlı başlı adamlar dururken hamalları üst başa çıkarıp hizmet etmenin ne alemi var? diye babama karşı itiraz edenler olmuştu babam bu huyundan hiç taviz vermedi..bizim kazandığımız paralarda bunların da alın teri var..önce onları üst başta buyur edelim sonra biz birbirimizi ağırlarız gibi bir şeyler söylemişti.

AMERİKALI GERMACK ve EŞİ

kışın Amerikalı Germack ve eşi Türkiye’ye bizim eve geldiklerinde de aynı şey oldu ! babam kendi elleri ile üç tane hindiyi pişirip fıstıklı pilavı ..içli köfteleri misafir odasında ikram etmezden önce Hamalları da davet ederek Amerikalı ailenin karşısına çıkarıp işaretlerle tanıtmış onlarda çok memnun olmuşlardı.. babam böylece bu işe emek verenleri işaretle de olsa tanıtmış sonuçda kendi de rahatlamıştı.. gerçekten bu da Amerikalıların çok hoşuna gitmişti..onlarla tanışdıktan sonra yan odada yemeklerini yiyen hamallar izin isteyip vedalaşarak Saygılarını belirtip gitmişlerdi..Amerikalı Germack ve eşi New York’ta oturuyorlarmış önce benim okul ödevlerimi görmek istemişlerdi gördükden sonra yazımı çok beğenmiş hele resim defterimi görünce iyice şaşırmışlar.. çığlık atarcasına işaretlerle uzun uzun bir şeyler anlatıp sonunda hepimizin anlayacağı şekilde beni de New York’a birlikte götürüp eğitimimi orada tamamlamamı istiyorlarmuş..babam bu işe hiç razı olur mu eliyle kolu ile yokkkk gönderemem diye hemen karşı gelmişti !

PİKNİK deki HAMALLAR İZİN İSTİYORLAR

Gerçekten bizim hamallar çağırıldıkları davetlerde ellerinden geldiği kadar temiz kıyafetleri ile gelirler hep birlikte önlerine konan ikram edilen şeyleri yer babam onları yedirip içirdikten sonra tatlılarını ( künefe vs ) da koyardı hamallar daha sonra beraber izin isteyip saygılı bir şekilde oradan toplu halde ayrılırlardı.…babam onlar için araba telaşına düştüğünde hamallar buna hep birlikte itiraz edip biz Mağanoğlu ( G.Antep’in Kavaklığa açılan en önemli köprüsü)ne kadar yürüyüp yediklerimizi ancak öyle hazmederiz ! diye oradakilerin teker teker ellerini sıkıp ayrılırlardı.

SAHRE ‘de ( PİKNİK) YEMEKLER

1949

Yemekler ‘e gelince en çok bol etli bamya -türlü..-etli fıstık içili pilav yemeğin başında babam olurdu..babam çok güzel yemek yapardı evde de öyle çoğunlukla tatil günleri yani cumartesi pazar günleri mutfağa girerdi ağabeyimle kızkardeşim Eser ile hep aynı şeyleri içimizden geçirirdik - inşallah yemekleri yarın babam yapar diye…! babam piknikteki ziyafetlerde icraatçı amcam ise karar verici idi..amcamın en önemli meziyeti fıkır fıkır kaynayan yemeğin içine çekinmeden kaşığı daldırarak hemen ağzına götürüp çiğneyip yutarak yemeği öylece kontrol etmesiydi... ikindi vaktine doğru yavaş yavaş içki masası kurulur çatal bıçak sesleri ve atılan kahkahalar arasında garsonlar boyuna gidip gelirken ben de getirdiğim cep bıçağı ile söğüt ağaçlarından kopardığım dal parçalarını daha önceleri yaptığım gibi birbirine geçirerek Kavaklık deresine kurduğum dönme dolaplı değirmeni itina ile monte ettikten sonra onun suyun içinde döndüğünü görünce saatlerce uğraşmama değdiğini düşünür alabildiğine mutlu olurdum. Deredeki kurbağa vırraklamaları iyice yoğunlaşıp hava kararınca garsonların ellerinde fenerleri itina ile taşıyıp (fenerlerin gömlekleri çok hassas olurdu ) yandaki boş masaların üzerine yerleştirir yerleştirmez ışıkta daha belirgin olarak ortaya çıkan sivri sinekler güveler İçkiyi fazla kaçıranların yavaş yavaş toparlanalım yoksa kabı kacağı etrafdakileri karanlıkta bulamayız teklifleri..hesap görülmek üzereyken garsonlar tarafından içerdeki Hamiyet Yüceses’in plağının ses seviyesini sonuna kadar yükseltilmesi bir bakıma ziyafet sonunun bittiğinin işaretleri sayılırdı…çabuk taksi geldi bekliyor ! Şakir baba sende çocukları al.. hadi ilk seferde gidecekler hazır olsun geç kalmayın taksi daha kaç sefer yapacak.! Gibi telaşlı sesler.. taksiye bindiğimde babamın kucağında sanki kendimi başka şehre gidiyorum gibi hissederdim ara sıra yorgunluktan mı temiz havadan mı gözüm kapanır başım yanımdaki şoföre doğru düşer gibi olur.tekrar doğrulurdum biraz da domates tavasını fazla kaçırdığımı düşünürdüm..içerdeki benzin kokusu.genizlerimi yakardı.. Işıklar gözükünce Lisenin oraya geldiğimizi anlardım.

TATİL DEVAM EDİYOR

1948-49

Belediye hanı belediye hanı.. hep aynı şey. çocuklar arasında bu han’a.devamlı gelen buralarda bu kadar emeği geçen biri var mı acaba ? sonra kendi soruma kendim cevap vererek. zannetmem amcam oğulları İsmet tamircinin yanına girmiş çalıştığı halde hafta sonları babamdan gelip harçlığını alıyor...Abdullah Saraç desen buraya yalnız cumartesileri uğruyor..ağabeyim zaten dördüncü sınıfın kitaplarını alıp hafız gibi evde masasını kurmuş derse çalışıyor.. bana gelince hadi al şu parayı belediyenin karşısından üç paket tütün al..şu suyu tazele gel.. hadi delip’e git Halit amcanı çağır gel…hadi bize üç çay söyle…Samet Eser orda ise çağır gel yoksa Şükrü Eser gelsin !

DOLU SEPET

En zor olan da odadaki şu Kocaman SEPET ! Hacı Mustafa amcam dükkandaki sepeti koluma verir hadi şuradan bir şeyler alayım da bizim eve ver de gel ! diye beş kilo domates.. üç kilo patlıcan. dört kilo üzüm falan derken o kocaman sepet ağzına kadar dolar taşardı…taşıyabilirsen taşı !..o sıcaklarda koluma alsam ki alamam çok ağır, sepetin kulpu matbaa presi gibi bileğimi kızartıp sepetin derince izlerini koluma çıkarıyor ! terden. sırılsıklam olmuşum ! Bedesten hem serin olur hem kestirme diyorum ama ıhlaya tıhlaya Sepeti bu kalabalıkta kimseye çarpmadan tekrar öbür omzuma kaldırıyorum hadi biraz daha gayret Kozluca’ya az kaldı.. Kozluca’ ya yetişirsem şöyle bir dinleneceğim.. hem sepeti girişteki yükseltiye koyarım .karşı yükseltiye de kendim oturup iyice bir dinlenirim olmazsa merdivenlerden aşağıya inip buz gibi suyla kafamı güzel bir yıkarım..! ya sepeti alıp götüren olursa.?.

TEKKE CAMİİ KOZLUCA

 1949

Kemikli Bedesten’den Şehreküstü caddesine çıkıp karşıdaki kısa aradan geçince hemen TEKKE Camisine geçilir üç geçidi olan Camiinin ikınci çıkışı Buğday pazarı ve Tahmis kahvesine ayrıca üçüncü çıkışı da KOZLUCA’ya açılır Gaziantep’deki Camii’ ler içinde galiba minaresi en kısa olan bu Camii’ dir adından da anlaşılacağı gibi burası yıllarca Medrese (tekke) görevini yapmıştır.Kozluca çıkışında okula gitmezden önce merdivenlerle inilen suyu olmayan ev kadınlarının kozluca’da tokaçlarla çamaşır perdeler,kilim gibi benzeri şeyleri yıkadıklarını sokağa açılan bu kalın demir parmaklar arasından aşağı bakarak ilgi ile izlerdim.. cadde üzerinde dinlenme yeri olarak iki yükseltisi vardı aşağı basamaklarla inildiğinde burası 5 kuruş karşılığında gusül ve serinlemek amacı ile soğuk su banyosu olarak kullanılırdı Kozluca ‘nın suyu ile yıkandığınızda demir gibi olurdunuz, içme suyu olarak da kentin en güzel suyu sayılırdı.

DİNLENMEYİ HAKETTİM

1949

Cadde üzerinde dinlenme yeri olan yükseltiye kocaman sepeti koyup ..öbür yükseltiye de ben oturdum..merdivenden aşağı inip kafamı yıkayıp serinlesem mi ? en iyisi biraz soluk alıp sepeti eve teslim ettikten sonra dönüp kozlucadaki buz gibi su ile güzel bir yıkanırım diye düşünürken, amcamın en büyük oğlu Mustafa Saraç beni görüp yanıma yaklaştı..ben bir aferin beklerken nerede kaldın? annem yemek yapacak sen burada salak salak oturuyorsun deyip öyle bir tokat attı ki bana yıldızları saydırdı.. hışımla görevini yapmış gibi yoluna devam etti…bu tokatı hayatım boyu unutamadım.. nasıl bir kuşakmışız ki..içimi babama dökemedim..eğer anlatsaydım kesin babam amcama odadaki boş oturan hamallardan birini bu iş için kullanmayı önerirdi. (babamın amcama karşı olağanüstü bir saygısı vardı ) dükkandaki bu büyük sepete düşman gözü ile bakar bazen onu ortadan kaldırmayı bile düşünürdüm..!

TATİL NE ZAMAN BİTİYOR ?

1949

Okulu özledim ama açılmasına daha bir aydan fazla zaman varmış.. havalar müthiş bunaltıcı sıcak akşamları kızkardeşim Eser ile hayat’a ( Avlu) kilim serip gök yüzünü seyrediyoruz üst kat daha sıcak çimentonun sıcağı iyice etrafı bunaltıyor..Elektrik İşletmesinin DİNAMO gürültüsü ta buralara kadar geliyor hayat’ın yüksek duvar oyuklarından ara sıra kertenkele ve yavruları çıkıp etrafta dolaşıyorlar şikayet ettiğimizde dolaşsın diyorlar çok faydalı hayvanlarmış..örümcekleri ve etrafdaki sinekleri yiyorlarmış !

AKŞAM HALK EVİ BAHÇESİNE GİDİYORUZ

1949

Halk evi adından da anlaşılacağı üzere halka açık..Çınarlı camiinin üstündeki bahçede sıra sıra dizilen bodur çamlar aralarında yer yer oturulacak banklar var.Yolun devamında Halk evi bahçesi ile birleşiyor.. yeşillikleri tepelememek kaydı ile her şey serbest ! akşamları Aileler çoluk çocuk masalara güzelce yerleşip beraberlerinde getirdikleri dolma, fındık,fıstık gibi şeyleri orada rahatça yiyebiliyorlar garsonların zorla dayattıkları çay kahve gazoz gibi şeyler de yok..! isteyenler hemen garsonları yanlarına çağırarak uludağ gazozu,dondurma vs ısmarlayabiliyorlar biz ailece Atatürk heykelinin biraz aşağısında bir masa bulduk.. dondurma burada büyük fincanlarda değil metal küçük kupa gibi şeylerle getiriliyor ! gelen dondurmalar havanın sıcak etkisi ile çabuk eriyor.kızkardeşim Eser el çantasını açıp açıp kapatıyor..sıkılmış olmalı. içinde pek bir şey yok ! bir saç tokası ..bir kaç kıskaç.. bir de yayla sakızı !..üst taraflardan kebap kokularına karışmış rakı..sirkeli .salatalar çatal – bıçak -tabak sesleri geliyor ! buraya aileler de gelip oturuyorlarmış babam isterseniz yarın sizi buraya getireyim değişiklik olur diyor..annem itiraz ediyor..evimiz daha rahat benim gene müzipliğim tutuyor baba çişim geldi ! tabii bahane..buraya gelmişken merak ettiğim Lokantayı ve Halkevinin yukarı kısmını görmek için bahane ! babam lokanta olan kısma girip garsona sor ayıp değil diyor..kalkıyorum oohhh hep burada oturmaktan sıkıldım.

ATATÜRK HEYKELİ

Atatürk heykeline bakıyorum kendi kendime Atatürk’ün boyu daha büyük olmalıydı diyorum lokantalı kısım daha gürültülü öyle babamın anlattığı gibi fazla aile de yokmuş.. daha çok iş görüşmeleri için gösterişli şık giyimli insanlar topluluğu Lokanta kısmının sonundaki uzun uzun yüksek sütunları görüyorum..merdivenler ve sütunlar alışa gelmiş gibi değil Samson Dalila filmindeki sütunlar gibi hemen yanında içinde devamlı çevrilen büyük dondurma kovalarına bakıyorum aşağıda yediğimiz dondurmaların aynısı. kapları da aynı ..görülecek başka bir şey yok ! geri dönüyorum babam tuvaleti buldun mu diyor başımı sallıyorum annem burasının basık ve belki çukurda kaldığı için daha sıcak olduğunu iddia ediyor ! neticede kalkmağa karar veriliyor toparlanıp sanki aşırı yorulmuşuz gibi sağa sola bakarak tekra çınarlı yokuşundan yukarıya tırmanıyoruz Abide’nin yan köşesindeki evde..köşede Asiye ablamın kirada oturduğu evin elektriği sönmüş ! erken yatmışlar diye rahatsız etmemek için yola devam ediyoruz Kale Altına gelince bir Ohhh çekiyoruz .. esiyor.mübarek eski İnsanlar bu işi biliyorlarmış onun için Kaleyi buraya inşa etmişler küfür küfür esiyor.. eve gelince ağzımı musluğa dayıyorum su.kan gibi duvarlar gündüz olduğu kadar sıcak uyuyabilirsen haydi uyu !

SUÇLU FARE ‘mi?

1949

çekmecemi düzeltirken birdenbire elektrik gidiverdi…alışmışız zaten sık sık kesiliyor gaz Lambası ne güne duruyor..? nasıl olsa yarın pazar ,belediye hanına gitmek de yok! kafayı vurup yatıyorum. bir gün.bir hafta on beş gün elektrik yok bir türlü..gelmiyor…G.Antep yeni bir haberle çalkalanıyor dediklerine göre bir cardın yüzündenmiş ..Belediye’ye ver yansın edenler! birbirine soranlar n’olmuş? ’n’olacak derken Gençlik pazarının altındaki APA ‘ ların vitrinine bir ölmüş Cardın (büyük lağım faresi) koymuşlar yanına iri iri yazılarla İŞTE G.ANTEP’ e ELEKTRİK SIKINTISINI ÇEKTİREN KATİL ! diye yazmışlar açıklamaya göre cardın koca Kabloları kemirerek DİNAMO yu çalışamaz hale getirmiş Vitrinin önüne gelen.. tükürdü giden tükürdü. bir çok kişi bunun bir düzmece olduğunu Elektrik işletmesi Dinamosu‘nun İstanbul’a tamir için gönderildiğini söylüyordu ben de o zaman G.Antebin bir evladı olarak gerçeği anlamak istediğim halde bir türlü gerçeği öğrenemedim..!…

BALO VE RADYOCU KAMİL

1949

Babamın adından çok sık bahsettiği bir kişi vardı RADYOCU KAMİL. radyocu kamil aşağı radyocu kamil yukarı.. eşi sık sık bizim eve gelir gider, güler yüzlü alımlı genç bir kadın beni de çok seviyor kız kardeşim Eseri de seviyor hele annem ile çok iyi anlaşıyorlar annem kadıncağızı öğlenleri sık sık.göndermeyip yemeğe alı koyuyor izzet ikramlar...öylesine yakınız ki akrabadan öte gibi.!. bir gün Belediye hanındayım hava karardı kararacak…bir telefon ..babam oğlum annen Asiye ablanlarda, hanın odasında çekmecede asma anahtar var iyice kapatıp gel ben radyocu Kamilin yanındayım !….buraya gel de ablanlara birlikte gidelim..! nerede diye bir daha sordum canım şu APA’ların karşısındaki radyocu Kamil hadi bekliyorum..odayı kapatıp kestirme yol olan avrat pazarından Sarı mektebin içinden .Alay beyini aşarak Maarife oradan da APA’ nın mağazasına geldim baktım karşıda radyocu Kamil’in dükkanının Levhası görülüyor hemen karşıya geçtim içeriden babam beni görünce gitmek için ayaklandı bu arada kendi kendime kim bu radyocu kamil derkenTezgahın arkasında önünde AGA marka radyoyu iyice kabından çıkarmış darmadağın etmiş tezgah yüksek doğru dürüst adamın yüzü bile görünmüyor...babam hadi biz gidiyoruz eyvallah deyip elimden tutarak Çınarlıdaki ablamlara doğru gidiyoruz.. ertesi gün Radyocu Kamilin eşi evimize geldi..saatlerce annem ile yukarıda oturdular yukarı misafir odasına çıktım bana okulu sordu iki hafta sonra açılacak dedim.. tam kalkıyor mantosunu giydi…ha Fatma abla esas onun için geldim öğretmenler yararına Kamil’e altı kişilik davetiye bırakmışlar Dayı Ahmet ağanın havuzlu bahçesinde BALO.var şu dört kişilik davetiyeyi de sizin için aldık işte diye anneme uzatıverdi! akşam orada buluşuruz hem sizin için de bir değişiklik olur.merak edip hanıma sordum…BALO ne demek ? Cahit bak ! cicilerini giyersin.. her yerde rengarenk balonlar olur.. başlarına konfetiler atarlar.. güzel güzel Müzik çalar..sen de kardeşin Eser ile birlikte dans edersin.!. masaya oturur bizimle gazoz içersiniz ! hadi akşam görüşürüz ! akşam oldu babam önce Camlı kahvede arkadaşlara sözüm var dedi (Babam öyle oyun bilmez çoğunlukla iş arkadaşları ile birlikte olmak için ) gidemem dedi..ısrarlarımız karşısında sizi ancak Dayı Ahmet Ağa’ nın kapısına kadar götürürüm ben de sonra bir ara Camlı kahveden döndüğümde yanınıza gelirim dedi.

DAYI AHMET AĞA BAHÇESİ

DAYIAHMET AĞA’nın bahçesine girdiğimizde bahçe ışıl ışıl fenerlerle süslenmiş etrafta balonlar..ortadaki büyük havuza yan yana kalaslar atmışlar bahçenin etrafına muntazam masalar yerleştirmişlerdi..radyocu Kamil’in eşi yanındaki sandalyeleri bizim için ayırmış.. yerlerimize geçip oturduk annem..babamın daha sonra geleceğini söylüyor rengarenk balonlar sanki apayrı bir dünya !..sağa sola bakınıyoruz derken annem Kamil bey nerede diye soruyor.!.eşi de N’OLACAK GENE ARKADAŞLARI İLE DEMLENİYOR.! parça bitiyor arkasından yenisi bu arada öğretmenim Özmen beyi eşi Perihan öğretmen ile dans ederken görüyorum Eser’e bak bizim öğretmen diyorum..dans etsek mi ? ama cesaretim yok. ya beceremezsek.! annem etrafa bakıp duruyor baban bizi bu kalabalıkta bulabilir mi derken radyocu Kamilin eşi bana üffff ÇAĞIR ARTI K ŞU KAMİLİ ! diyor çocuk kafam ile hani nerede hangi adam demek olur mu ?..iş işten geçmiş artık gitmeye koyulmuştum iç içe bu kadar samimi olduğumuz ailenin reisi Kamil beyi tanımıyorum demeyi kendime yediremedim..etrafa baka baka karşı sırayı gözden geçiriyorum birden aklımı başıma topluyorum..ne yaptım ben.? Allahım ne yapacağım ben şimdi ! arka sıralarda Işıklar daha zayıf gibi her yerde içki içen erkek arkadaş gurupları var…nerede bu radyocu Kamil ?

KİM OLABİLİR ?

1949

Allahım kim olabilir bu radyocu Kamil.? şu bıyıklı mı..şu gülen adam mı ? şu kürdan ile dişlerinin arasını temizleyen mi ? artık avuçlarımın içi terlemişti heyecanlanınca hep böyle olurdu ! sonunda dayanamadım nasılsa yaradan’a sığınıp köşedeki masaya yaklaşıp ortaya attım cümlemi..! YENGEM SENİ İSTİYOR ! arkama bakmadan hızla geldim oturdum radyocu kamilin eşi n’oldu geliyor mu? evet evet gelecek dedim,.. bir de bana sor.! aman Allahım bir düşünsenize şimdi elin başka bir herifi masamıza doğru gelirse ne yaparım ben ?…soluğum kesiliyor.boğazım düğümleniyor.havuzun sularına gözlerimi dikiyorum !..ne yaptım ben? radyocu Kamil kim olabilir ? bir on beş dakika sonra masaya ilişen yakışıklı adam n’oldu yahu Şakir baba daha gelmedi mi ? bir Ohhhhhh çekiyorum , ama nasıl ? kardeşim Eser’ e dönüp sevinçle hadi dansa diyorum ya kıvıramazsak der gibi yüzüme bakıyor.,.zaten kalabalık, araya girip kaynar gideriz !

AMERİKAN‘ın HARİKA İLACI

1949

İki gündür azı dişimin yanındaki DİŞ felaket sancıyor dün belediye hanındaki arkadaşlar üzerine karanfil koy dediler koydum. pek bir şey fark etmedi sabah kahvaltı etmeye cesaret edemeyerek doğru hana geldim ..saat on bir güneş gene yakıp kavuruyor neredeyse öğlen olacak ! öğlen yemeği benim için mümkün değil bir azap ..artık dayanmanın son noktasındayım..içerde epey kalabalık var Şükrü Eser..Samed Eser..ellerindeki açılmış tütün kağıtlarına yazılmış tartıları karşılaştırıyorlar Halit amcam da arada bir uyukluyor gibi.. babamın bu hesapla ilişkisi olmadığı belli..çünkü kürsüye oturmuş pencereye doğru bakıyor.. hemen kapının yanına gelerek babama dışarı çıkabilmesi için işaret ettim.. dışarı çıktı hayır ola ? aman baba dişim beni hoplatıyor artık dünden beri dayanamıyorum peki neden dün söylemedin ?…-ne bileyim geçer zannettim..babam hemen Hacı Mustafa amcama bir şeyler fısıldayıp acele dışarı çıkıyor.. acele zincirli camii’ nin içinden geçip dar kaldırımdan yürüyoruz. babam iki eli kanda da olsa yol üzeri ‘’ HABBAPÇI dayısına ‘’ uğrayacak hatırını soracak ( ufacık dükkanın içine zaten kendisi zorla sığardı rengarenk işlenmiş habbaplar(Nalınlar) ve üzeri işlenmiş değişik boyalar içinde çivilerle asılmış Körükler.. babam her zamanki gibi unutup…bak işte bu gördüğün benim dayım diye tekrar tanıştıracak biliyorum.. daha önceleri de tanıştırmıştı. üstünde bolca bir entari babamın dayısını önce tanıyordum; soğuk günlerde önünde el kadar küçük bir mangal..bazen mangalı külleyip eteğinin arasına aldığını da görmüştüm !.boğazına çok düşkün olmalıydı küçük küçük doğramış olduğu etleri tikeler halinde şemsiye teline saplayıp o minicik dükkanda çaktırmadan kebap yaptığını da biliyorum önceleri bir çok kez dükkanın önünden geçerken görmüştüm habbapçı dayı- hayrola nereye böyle deyince babam çocuk işte- dün bana dişinin ağrıyıp sızladığını söylemedi..bu gün acısına dayanamamış uzun çarşı’ya dişini çektirmeye gidiyoruz..haydi dayı sonra görüşürüz.!..Sebze halinin içinden geçip uzun çarşıya dalıyoruz.. ekmekçi dükkanının hemen beş on metre ötesindeki berber dükkanı ben bu berber dükkanını çok iyi biliyordum ama doğrusu diş çektiğini bilmiyordum ..çoğu zaman kapısının önüne sandalye atıp tabakasını çıkarıp itina ile sardıktan sonra sigarasındaki dumanı göğe savurup önünde resmi geçit yapan askerleri seyreden mağrur Generaller gibi çarşıdan geçenleri izlerdi ! babamı kapıda görünce kalın kocaman enli deri kuşağını sağa sola çekiştirdikten sonra nasılsın Şakir baba..dedi...babam beni göstererek dün dişinin ağrısı tutmuş bana bir şey söylemedi ama bu gün canına tak etmiş olmalı.Tahta koltukta oturan adam şu sakal tıraşımı bitir artık dermiş gibi bize dönüp .. sonra diyeceğinden vaz geçerek aman aman ben bilirim diş ağrısı başka ! usta sakin sakin elindeki kılları dökülmüş fırçayı alüminyum tasının içinde sabunla defalarca dolandırıp çevirdikten sonra zorla köpürttüğü köpükten adamın kurumuş yüzüne yayarak usturasını kısa hamlelerle yürütüyor..sonra bir sır verir gibi adeta başarısını anlatıp -gümrük hanının yanında büyük bir araba ile bedava ‘’ SANA yağı ‘’ dağıtıyorlarmış..dün gidip iki paket aldım..bizim yağlara hiç benzemiyor insanın elini bile zifir etmiyor. işi o kadar ağırdan alarak adamın tıraşını Sana yağını anlatarak bitirdi..usturayı kenara bırakıp pembe renkli kolanya’yı eline döküp iki eliyle adamın yüzünü ovalayıp üstüne TOKALON kutusunun içinden parmakladığı bir krem ile müşterinin yüzüne iyice yedirdikten sonra önlüğünü çekip hadi sıhhatler olsun ! korku ve sabırsızlık içinde birden bire sıranın bana geldiğini anlayınca iyice telaşlandım müşteri çekip gittikten sonra usta ‘nın ortaya çıkardığı aletleri görünce içimi bir korku sardı.. beni aynı tahta koltuğa aldıktan sonra babama anlatmaya başladı ..

ŞU AMERİKA’nın İCATLARI

Şakir baba bu Amerikalılar neler icat ediyor bu gavur milleti inanamazsın yahu babam hayretle berberin yüzüne bakıyor…-ne icat etmişler ? vallahi akıl sır ermiyor minnacık bir şişe ..bir yandan yavaşça hazırlığını yapıyor. bir yandan babama söz yetiştiriyor bizim paramızla bu ufak şişe dünyanın parası....kokusu da yok.. Mühendis Mahmut‘a ısmarladım gümrükte ilacın çıkışına önce izin vermemişler Mahmut yalvarıp yakarınca..neyse bu seferlik demişler...getireyim de bir gör ! babam başını iki yana sallayıp ne İcatçı Millet Teknik de Tıp da ilerliyor berber itina ile elindeki küçük göz damlası kadar şişeyi görmesi için babama uzatırken - şişesi küçük ama marifeti büyük .. babam neymiş bunun marifeti ? bak bundan bir iki damla pamukla ağrıyan dişe sürüyorsun diş çekilirken kesinlikle ne ağrı duyuyorsun .ne sızı! babam hayretler içinde madem acıtmıyor ondan sür ücreti ne ise veririm ! peki tadı nasıl acı mı ? bunları can kulağı ile dinlerken ne de olsa teselli oluyordum yoook şakir baba yok acı filan değil derken bir pamuğa titizlikle bir damla damlatıp ağrıyan dişime sürerek tadı nasıl acı mı oğlum dedi başımı birkaç defa yukarı kaldırıp yok işareti yaptım.. berber İlaç biraz çekiversin demeye kalmadan dişimi pense ile cart diye kökünden çıkarıverdi..offf ! berber acele mi ettik ne ? ilaç biraz çekseydi daha iyi olurdu ! hiçbir şey duymazdın sonra babama gülümseyip kaçamak bir göz kırptı. .berber bana dönüp erkekçe söyle acıdı mı ?ağzımı çalkalarken yoook dedim dişimi bir gazete parçasına sardı bunu geçerken Tahtani Camisinin duvar deliğine koy dua edip de ki: Allahım bu köpek dişini al. bana yeni kuzu dişi ver ! arkasından bir de fatiha oku.. ben peki derken babam berberin parasını ödeyip çıkarken berber arkamızdan kıs kıs gülümsüyordu..

OKUL AÇILIYOR

1950

Pazartesi okul açılıyor daha üç gün var herkesin tahta çantası var hep benimde olsun isterdim..yoook öyle çarpıştırmak için değil (okul çıkışı bazı öğrenciler karşılıklı çantalarını tokuşturarak sağlamlığını denerlerdi bazen de kar yağdığında yokuş başlarında uygun yerlerde tahta çantaların üzerine oturarak kayarlardı) benim çantam camuz derisinden ! babamTürk tepe’deki su deposundaki tanıdığı ustaya özel diktirmişti..deri olmasına rağmen öyle ağır ve sertti ki bundan usanıp biraz yırtıp eskitmek istediğim halde bir türlü başaramadım..Sandıkçı pazarı’nın önünden geçerken dükkanların önüne çivilere asılmış mis gibi vernik kokan yeni boyanmış tahta çantaları görünce derin bir iç geçirirdim.!. Pazartesi okul açıldı..okulda pek bir değişiklik yok gibi ! yalnız Yahudi arkadaşlarımızın aileleri ile birlikte acele Filistine çağrılma emri üzerine gittiklerini söylediler oysaki yahudi ailelerinin çoğu dükkan sahibi zengin kişilerdi. ama şimdi İsrail’e dönmek zorunda olmuşlar. ha.. bir de hocamız Özmen bey’in prostat ameliyatı olduğu ve yerine iyileşip dönünceye kadar Okulumuz Müdürü Emin beyin derslere gireceğini öğrenmiştik bu haber üzerine bütün sınıfı derin bir düşünce almıştı..

 

ALİ ÖZÖLÇER

1950

baş öğretmenimiz Emin bey derse biraz geç girdi..öğretmenimiz Özmen beyin sağlık durumunu kısaca özetledikten sonra tekrar görevine geri döneceğini söyledi ön sıradan başlamak üzere adımızı , soyadımızı, ve babamızın ne iş yaptığını söylememizi istedi…ta ki sıra ALİ ÖZÖLÇER’ e gelinceye kadar Ali doğuştan vücudunun devamlı olarak yürürken-dururken bile ileri geri sallar buna engel olamazdı. Doktorların bu sinirsel olaya çare bulamadığını hayat boyu böyle gideceğinde karar kılmışlar.. sınıfın güler yüzlü sevgilisi Ali Özölçer bizi Matematikte şaşkınlığa uğratan üstün bir zekaya inanılmayacak bir yeteneğe sahipti . Örneğin ( 276 x 879= kaç eder sonucunu hemen bulması için üç defa vücudunu ileriye geriye sallaması yeterliydi...sınıfımızın yüz akı devamlı gülümseyen bir matematik dehası…adım Ali…soyadım Öz..ölçer…babam’ın mesleği demeden.. Emin bey sınıfa yönelerek neden sallanıyor bu ? herkes aynı ağızdan – öğretmenim Ali doğuştan öyle ! ön sıradaki kendinden bir yaş daha küçük öz kardeşi Burhan Özölçer, biraz da etrafa kızgın bakışlarla ne yapalım Allah ağabeyimi böyle yaratmış ! deyiverdi...yalnız sınıfımızın kendisi gibi ufacık görünümlü ( Faruk Ufacık ) bir ek yapma ihtiyacını duyarak..Ali’nin yürürken sallanması birazcık olsun azalıyor öğretmenim dedi ! başöğretmen Emin bey Aliyi eliyle sıranın arkalığına doğru zorla yaslayarak ürkütücü sert bir çıkışla bana bak .beni iyi dinle sana artık bu sallanmayı bıraktıracağım bundan böyle sallanmıyacaksın emrediyorum sallanmıyacaksın dedikçe sınıf isyankar tavrını belli etmeye hazırlanıyordu Ali şaşkın ,ama olanların nedenini hala anlayamadığı belli ediyor..sınıfa etrafına N’oluyor der gibi güler yüzle bakıyor bize gülümseyerek bakması Emin beyi daha da çileden çıkarıyor..öyle bir tokat atıyor ki Ali’ye..bir daha.. bir .bir daha üç tokat öyle böyle değil.!..Ali’ nin gülümsemesi hep aynı.. sanki tokatları sınıf yiyormuş gibi..Emin bey Ali’yi değiştiremedi ama sonunda programını değiştirdi- dersimiz hayat bilgisi herkes arkasına yaslansın dediğinde Ali sanki bir sarkaç gibi öne arkaya doğru sallanıp dersi dinlemeye hazır olduğunu belli ediyordu. *** T.R.T bölümünde Ali Özölçer ile ilgili ‘’ZİYARETCİN VAR ‘’ adlı gerçek bir anı yer alıyor.

1 MAYIS BAHAR BAYRAMI

1950

İlkokula veda etmek için sayıulı günler kaldı.her yıl olduğu gibi bu yıl da Bahar bayramını Kavaklıkta okulumuzla kutlayacağız. Öğretmenimiz içimizde yoksul sayılabilecek ailelerin olduğu düşüncesi ile üç gün önceden bildirmişti.. bu çeşit açıklamalar her zaman anlaşılır örneklerle verilirdi: bu da geçekten işleri kolaylaştırır ve kendiliğinden düzeni sağlamaya yardımcı olurdu.Ortada pek öyle şart koşulan durumlar da yoktu .isteyen köfte,dolma-sarma-kaynatılmış yumurta..haşlanmış patates, sucuk..ceviz..börek ne getirebiliyorsa her şey serbest ! bunlar.güzelce paket edilerek. herkesin getirdiği yiyeceklerle birleştirilerek çimler üzerinde büyük sofraya dönüştürülecekti..ip atlamak isteyenler iplerini ,top oynamak isteyenler toplarını getirebilecek..Cahit Bizci kardeşim aşık olduğu Sabiha’ya yıllarca açılamış hala bunun sıkıntısını yaşıyor .aşkını yalnızca bana anlatabiliyor..oysaki şimdiye kadar benim öğütlerimi dinleseydi belki bu yakınlaşma çoktan gerçekleşebilecekti..örneğin her sene sınıf kolları için seçim yapılırdı.

TEMSİL KOLU- KİTAPLIK ve KIZILAY KOLLARI

beni temsil kolu aynı zamanda Kitaplık koluna seçmişlerdi..ders yılı içinde Adalı Halil (İstiklal oyununu ) sahneye koymuş hem de oynamıştım makyaj buluşlarım da vardı mesela keçeyi Tiftikleyip bıyık yapmak..yünden sakal yapmak vernik ve çam sakızı karışımı yapışkanla sağlamca yapıştırmak. ışık durumuna göre mantarı yakarak rollere göre bıyık yapmak- yüze derinlik vermek -dekor hazırlamak gibi.. Kitaplık kolu başkanlığı bana ikinci görev olarak verilmişti bu göreve .başladığımda camekanlı dolapta yalnız üç kitap vardı..Hayber kalesi.-Nasrettin hoca birde–İncili çavuş. hepsi bu kadardı ..evden getirdiğim Alis harikalar diyarında - pamuk prenses ve yedi cüceler-Polyana --Guliverin seyahatleri–DonKişot-Kemalettin Tuğcunun eserleri..Çalıkuşu bile vardı..ben üzerime düşeni yaptım Yeşilay kolu..Müzik kolu ve diğer kollar. Sabiha da iki dönem üst üste..Sağlık ve kızılay koluna seçilmişti..Cahit Bizciye bir ara parmağını Jiletle birazcık kesiver sonra parmağını Sabihaya sardırmaya git ve onunla konuşma fırsatı yarat oğlum ..başka çaren yok !.nasıl olsa o görevi gereği seninle ilgilenmek zorunda bu arada gider ona parmağını sardırıp arada kontrorülünü de yaptırırsın böylece aradaki bağınızı da kuvvetlendirirsiniz..önce doğru dedi sonra buna da cesaret edemeyerek nedense vaz geçti..oysaki bazı bölümlerde anlatmışımdır Cahit’in aşkını Kale altındaki Kastel’in Tabakhaneye inen yokuşta Sabiha’ nın evinin karşısındaki içki niyetine gazoz içip attıkları naraları.. erkeksi tavırları..yaylı bıçak taşımaları, taşlara yaylı bıçağını çalıp nara atmasını falan.filan.. gelelim Bahar bayramına bu kez teklif Cahit BİZCİ’den geldi Bahar bayramında bir şişe BURÇ şarabı alıp içtikten sonra orada Sabiha’ya olan aşkını ilan edecekmiş görelim bakalım ..peki bir şişeyi bitirebilirmisin deyince beraberiz ya dedi ! biz kan kardeşi değimliyiz ? gerçekten Kalenin alt eteğinde yaylı bıçak ile parmaklarımızı çizip kanlarımızı birleştirerek kan kardeş olmuştuk..tamam dedim Burç şarabının bir şişesi 55 kuruştu !

PAYLAŞMA

Peki 55 i nasıl ikiye böleceğiz ? Cahit’in maddi durumunu biliyorum gerçekten paylaşmaya uygun değil..arta kalan 2,5 kuruş vardı o zaman ortası delik onunla bir şerbet içilir..ve bu para günlük hayatta sık kullanılıyoır...ikiye bölemeyiz ben alırım dedim.. bahar bayramı herkes yiyeceklerini paket etmiş kimisi küçük sepetlere koymuş, çıkınlamış ,gazetelere sarmış, bazıları filelere koymuş hep birlikte marşlar söyleyerek Kavaklığa vardık..yerimiz kahvenin az ötesindeki Ada gibi açık genişçe bir yer..açkılarımızı açtık..şarap bende.. yiyecekleri çıkarırken Cevdet nasıl fark etti anlayamadım . hayret,oysaki gözleri ilerisini pek göremez ve ışığa bakamaz beş numara gözlük kullanırdı..o şişeye bende ortağım diye tutturdu.!.tamam sus dedim.ama ortak olabilmen için bir emeğinin geçmesi gerek..al bu şişeyi etrafını taşla güzel bir çevir, ama şişe sakın dereden akıntıyla gitmesin.. soğuduktan sonra üçümüz birlikte içeriz. aramızda en güzel sesli sarı saçlı arkadaşımız Birsen’e şarkılar söylettiriyoruz .çibikler çalınıyor güzel sesler..kötü seslere karışarak bambaşka renkler oluşturup çıkıyor..gülmeler. kahkahalar. sofra hazırlanmadan önce birhaber geliyor

Mr. AYZLİ FİLM ÇEKİYOR

1950

Mr.AYZLİ kahvenin önünde bizi bekliyormuş herkesi filme alacakmış..daha ne olduğunu anlamadan..içimizdeki sinema meraklıları arkadaşlar filminde oynayacağız diye saçlarını özenle yanlara tarıyor..ellerini tükürükleyip kaşlarını düzeltiyorlar önlüklerini kontrol ediyorlar ! arada koşuşmalar..itişme kakışmalar .nerede o biraz evvel düzgün tek sıra Marşlarla gelen ciddi kafilemiz ? Öğretmenler acele etmeyin öyle.koşuşturmayın diye ortalığa bağırdıkça okullar sınıflar birbirine karışıyor..hani Amerikan filmlerinde görmeye alışık olduğumuz yukardan bomba tehlıkesine karşı uçaklardan kaçıp sığınacak yer arayanlar gibi dağılıyorlar..kahvenin yanına geldiğimizde büyük bir kalabalık toplanmış Mr.AYZLİ masanın üzerine çıkmış..bu misyoneri tanıyan da var tanımayanlar da Amerikan hastanesinin ünlü Müdürü -.önce kendi bir şeyler söylüyor..ama sesini duyuramıyor..yahut istediğini tam anlatamıyor yanında öğretmen olduğu kesin tavrından belli olan genç erkek öğretmen de Mr.AYZLİ’nin yanınaki başka sandalye’ ye çıkarak susun susun diye herkesi sessiz olmağa davet ediyor.. dinleyin! bakın sevgili öğrenciler..Amerika Birleşik Devletleri Gaziantebimizi merak ediyor..hepiniz filme çıkacaksınız acele etmeyin onlara Gazi şehrimizi tanıtmış olacaksınız.. güler yüzlü ve nazik olalım !..bu arada Mr.AYZLİ bir gözünü kameranın vizörüne dayamış fotoğraf makinesinden biraz daha büyükçe bir sinema Makinesi ile bizleri ağır ağır tarayarak filmimizi çekiyor. Öğretmen fırsat bulmuşken mikrofonla durmadan konuşuyor bizim nasıl konuksever olduğumuzu anlasınlar..bu cennet vatan..fıstıklar diyarı Gaziantebimiz derken..Mr.Ayzli öğretmenin kulağına eğilerek bir şeyler söylüyor öğretmen -Sevgili Mr.Ayzli sizden güzel bir şarkı söylememizi istiyor..! hadi hep beraber ‘’ Dağ başını duman almış gümüş dere durmaz akar’’ herkes boğazları yırtılırcasına marş..söylemeye devam ediyor Mr.Ayzli çekim işini bitirip biraz aşağı iniyor öğretmen hala kendini ilkbaharın güzelliklerini ve çevreyi kavaklığı manzaraları öve öve bitiremiyor durmadan bağırıyor..bu tabiat..ağaçlar..gürül gürül sular yeşillikler nerede var.?.herkes başka kafada kimisi yanındakine soruyor ben güzel çıktım mı acaba ?..filmimiz Amerikan sinemalarında mı oynayacak ? ben nasıl çıktım acaba... sen neredeydin erkek ve bayan öğretmenlerin sesleri birbirine karışıyor.herkes kendi gurubundaki yerlerine dönsün! derken ben hemen kıyıdan yürüyerek şarap şişesini araştırıyorum..vay Cevdet HOROZ vay..güneşin en yoğun olduğu yere şişeyi koyup üstünü büyük taşlarla kapatmış..şişe soğumak şöyle dursun ateşte kaynamış gibi…hemen Cahit’i ve Cevdet’ i çağırarak şişeyle kahve yanındaki çeşmeye koşturduk

CİN Mİ ÇARPTI ?

Suya tutup şişenin soğumasını bekledik baktık suyun altında bir iki tutmayla soğumayacak bir ağaç gölgesine çekilip sıra ile başladık yudumlamaya..ilaç bile bundan daha kolay içilir.. kolay kolay bitiremedik kalan geri kısmını da yere döktük..ama üçümüz de iyice aynı anda Cin çarpmış gibi sarhoş olduk hemen mi kana karışırmış bu meret..Cahit BİZCİ’ye hadi Sabiha ile mi konuşacaksın ne yapacaksan yap çabuk gidelim deyince Cahit’i bu durumda öğretmenin karşısına nasıl çıkarız korkusu aldı... acaba guruba dönmesek mi ?.ortadan kaybolmak da bir bakıma kötü sonuçlara yol açabilirdi .nasıl yaparız derken ben şimdi geliyorum dedim kendimi zor da olsa kontrol altında tutarak..guruba doğru giderken çöpleri atmak için bir yer arayan sınıf arkadaşımız BİRSEN‘i gördüm..zaten beni görür görmez durumu anlamış gibiydi kısaca ona özetleyiverdim öğretmene söyle dedim dereden karşı tarafa geçerlerken batağa saplanmışl üstleri başları çamur olmuş sizden ve arkadaşlardan utanıp .evlerine döndüler.!.Birsen anlatırım dedi. üçümüz de bulut gibi sarhoştuk çeşmenin başınd kafalarımızı yıkadık..havanın bu kadar sıcak olduğunu yeni fark ettik..yiyeceklerimiz de orada kaldı..caddeye çıkamazdık kavaklık köprüsünü geçerek caddeye çıkmamak için Alleben yolunu tercih ettik her su başı bulduğumuzda ağzımızı çalkalayıp kafamızı yıkıyorduk .ama değişen bir şey olmuyordu..İNCİLİ PINAR’da uzun bir mola verdik..her su içip kafamızı yıkadıktan sonra daha çok terliyor, sarhoşluğumuzun geçmesini bekliyorduk saatlerce incili pınarda oturduk artık çok acıkmıştık. bir an evvel kazasız belasız dağılmak istiyorduk...ama yorgun ve tedirgin birimizden ayrılırken evdekilere nasıl bahaneler bulacağımızı ne diyeceğimizi düşünüyorduk .

MR. AYZLİ

1950

Annem Amerikan Hastanesinde Doktora muayene olduktan sonra bununla yetinmemiş bir de Misyoner Mr.Ayzli’nin odasına girip derdini Mr.AYZLİ’ye anlatmış. ayaklarından şikayetçi olduğundan Doktorun ilaç yazmadığından bahsetmiş ancak yönetici pozisyonunda olan Mr.AYZLİ ben anlamam demiş ..benim bıranşım değil buna rağmen bir kaç tavsiyede bulunmuş Annem gittiğine de pişman olmuş ! bizim alışa geldiğimiz ilaçları ve şurupları alamadan sadece boş nasihatlerle dönmüştü... annemi muayene eden Doktor da siz hep bulgur yiyo..çiğ köfte yiyo..kalıp evde oturuyo..hareket lazım.diye kendi yorumunu aktarmış anneme günde birkaç saat dolaşmasını kırlarda temiz havada yürümesini vücudunun güneş alması gerektiğini tavsiye etmiş..annem geldiğinde bizlere bu Doktordan şikayete başlamıştı hiç de doktora benzemiyor ..boyuna şunu yap bunu yap ! böyle Doktor mu olur..benim işim gücüm yok da evi bırakıp kırlarda gezecekmişim ha sonra bana ne derler ? annem bunları anlatırken benim tek düşüncem Misyoner Mr. AYZLİ’ nin 1 Mayıs Bahar bayramında kavaklıkta çektiği o Filmlerin ne olduğu idi..!

ORTA OKULDA ORTAM

1951-52

Orta okula geldiğimizde okulda şapka taşımak ,üst sınıflara ve hocalarımıza selam vermek sınıflara düzenli girmek her şey korkunç disiplin içeriyordu ben yapılan boy sırasına göre arka sırada Tuncay Köylüoğlu,Yalçın Dai ile birlikte oturuyordum biz daha ilk günden Sanatçı sırası diye tanımlanıyorduk.. Yalçın o zaman çıkarmış olduğu Meşale dergisinin yeni basılmış 1.sayısından sınıfa bir kaç nüsha getirmiş sıranın içine koymuştu içeri ilk giren matematik hocası Hasan Kamil olmuştu hepimiz ayağa kalktık bu yaşlı hoca haşmetli bakışlarla bize defalarca otur – kalk- provası yaptırdı daha kapı açılır açılmaz birlikte ayağa kalkacak Hasan Kamil bey’in masa başına geçip bir parmağını katlayıp üç defa masaya vurduktan sonra hazır ol vaziyetinde kalacak oturun dedikten sonra da oturacaktık ! eylül ayı hava çok sıcak sınıf kalabalık yalçın Dai sarı defterini eline almış yelpaze gibi yüzüne doğru sağa sola birkaç defa sallarken Hasan Kamil gelerek yapıştırıyor tokatını yapıştırıyor ama nasıl bir tokat şiddetini bütün sınıf hissediyor ! Yalçın’ın yüzü kıpkırmızı. ben bildiğiniz hocalardan değilim.. benden sınıf geçmek...bütün sınıfın cesareti, umutları suya gömülüyor

MATEMATİK SANCISI

Hele ilkokulda Özmen beyin beni evine yollayıp bütün gün ekili bahçesini bekletip o izinli günler kaçırdığım dersler zayıf yetersiz kaldığım Matematik...bunun sancısını Liseyi bitirene kadar çektim.Hasan kamil bir yana herşeyimi Edebiyat Dersine,resim dersine saklıyorum Edebiyat dersine İrfan Zülfikar geliyor parça okutup okutup çıkıyor.vezinlere çok önem veriyor.Resim dersine Nevzat Arı geliyor en yüksek notum sekiz onu şimdiye kadar hiç kullanmamış..

TARIM DERSİ

Tarım dersine Sacit bey geliyor şimdilik bahanesi olmayan bir ders ..Kitaplar içinde en kalın sayfaları olanTarım kitabın içinde aradığınız her şey var- Aşı nasıl yapılır çeşitleri..Arı yetiştiriciliği..nadas..toprak çeşitleri .tavuk cinsleri her şey var bu kalın kitapta..( benim baş ucu kitabım olmuştu ne yazık ki son zamanlarda taşınma sırasında kaybettim)ha Tarım dersini çarşamba öğleden sonraları görüyorduk okulun arkasında kulube gibi ayrılmış bölümler vardı oradan bize ayrılan Kürek –bel- kazma gibi gereçleri alıyor her birimize ait sınırlanmış küçük bostancıklarında ekim yapıyorduk.. büyük bir zevk ve yarışmaya zorlayan bir dersti ..Sacit beyin kendisine ait sol tarafta tavuk ve güvercinler bölümü vardı güvercinlere bazen ilave Güvercin katar onları gökyüzüne doğru salardı.beni çok severdi bazen yanına dikilir onun saldığı güvercinleri uzun süre dönmesini birlikte beklerdik ..ama sık sık sorardım hocam nerde kaldı bu Güverciler.?.oğlum içlerine yenilerini kattım şimdi gelirler asıl güvercinler döndüğü halde yeni saldığı güvercinler bekle ki gelsin. usandırırcasına aynı sorular nerde kaldı bunlar Hocam ? sacit bey bu yenilerin aslında geç kalmasından tedirgin olur ama bana belli etmezdi- onlar..İncili pınarı...muhiti Kavaklığı öğrenmeye gittiler..! saatlerce onların dönmelerini boşuna beklerdik !.

HASAN ÇEKLİ

1952

Soyadının kökü oradan mı geliyordu‘’Çekmek’’bu hoca da kulak çekmek değil Favorimizden alabildiğine kuvvetle asılıp yukarıya doğru çekerdi ta ki gözlerimizden yaş gelene kadar dayanana aşk olsun ..Onun sık sık kullandığı At sahibine göre kişner sözünü iyice ezberlemiştik.öğrencisini yanına tatlı dille gülerek çağırırken hepimiz dövülmeye razı olurduk favorimizden yukarıya doğru koparırcasına asılırken bir yandan da bize gülümserdi gerçekten buna dayanmak çok zordu !

İŞ BİLGİSİ DERSİ

1952

Çarşamba günü öğleden sonra tarım dersi-İş bilgisi dersi ile haftalık münaveli olarak yapılırdı bahçedeki kabinlerin en büyüğü atölye biçimine sokulmuş içerisi değişik iş aletleri ile donatılmış bir derslikti..kimileri hayvan biçiminde tahtalara şekiller verir bazıları kayık bazıları kutu ve benzeri değişik işler yapılır bunlar yıl sonunda sergilenirdi..ben de keman ile kemençe arası çok değişik bir Müzik aleti yapmış bunu müsamerelerde kullanmıştım.

İNGİLİZCE DERSİ

1952

Orta okula girdiğimizde İngilizce dersi tedrisata yeni konmuştu.. uzun bir zaman öğretmen yokluğu çektik benim İngilizceye karşı sonsuz hevesim vardı bir ara Latife KAFADAR geldi durumum iyi sayılırdı... sonra bir kez daha Öğretmen değişip, dersin Gramatik yönüne ağırlık verince zorlanıp gerilerde kaldım ..hatta zayıf notlar aldım.sınıfın en iyi İngilizce bileni İsmail Hakkı Öz sabuncuydu ona Türkçe kısa bir oyun çiziktirip bunu ingilizceye tercüme etmesini rica ettim.. okul çıkışı saatlerinde onu İngilizce olarak prova yaptırıp hazır hale getirdim.. bu iş için tam iki haftamı harcadım.. hazırladığım oyunda beş kişi vardı oyunu basit bir kurgu ile yazmıştım; bir hastanede geçiyordu Trafik kazasına uğrayan bir Baba ve bunu geç haber alan ailesi zorluklarla babalarını aramışlar onu Hastanede ayağı kesilmiş bir durumda bulmuşlar.. babalarını hayatla barışık bir hale getirmek için büyük fedakarlıklara ve çabalara girişmişlerdi bu oyunda kurnazlık edip Hastahane hademesini kendim oynuyordum. ben oynayacağım için de kendime kısa kısa İngilizce replikler yazdırmıştım ama sahnede en uzun kalacak olan da yine bendim. mimiklerimle oyuna katılıp bu kısa cümlelerle idare ediyordum ama hep sahnedeydim..İsmail Hakkı’ya da İngilizceyi iyi bildiğine güvenerek uzun repliklerle donatılmış uzman doktor rolünü vermiştim İsmail olağan üstü oynuyordu, Baba’da Enver Tekerlek acı ve şanssızlıkları çok iyi ortaya çıkarıyordu..Salman Özçalışkan kaza geçiren Baba’nın en iyi arkadaşı olarak ona moral verip gelecek üzerine teselli dolu sözlerle onu ayağa kaldıracak güzel günlerden bahsediyordu...kısaca İngilizcesi iyi olup Tiyatroya yatkın olan beş arkadaşım da provalarda üzerlerlerine düşen her şeyi fazlasıyla yaptılar, iyi örgütlenmiştik.. her şey hazırdı.. Ders zili çalınıp içeri girildiğinde Halil Şeref ayağa kalkarak öğretmenim Cahit Saraç arkadaşımız bir oyun hazırlamış onu burada sınıfta izleyebilirmiyiz ? öğretmen hemen parladı.. derste oyun mu olur! onu başka bir zaman başka bir yerde izleyin, Halil şeref hemen devam ederek ama İngilizce oynayacaklar.efendim deyince Öğretmenin yüzü birden değişti sevinçle şimdi mi? Halil Şeref beş dakika dışarıda kostümlerimizi ve makyajlarımızı yapıp geleceğiz benim de rolüm var dedi.. Öğretmenin içi içine sığmıyordu hazırlanmamız beş dakika kadar sürdü makyaj kalemi ile bıyık falan kostüm önlük ..gözlük..sargı bezi falan beş dakikada dışarıda her şeyin gereği yapıldı tamam İsmail Hakkı akıcı İngilizce ile hastahanedeki uzman Doktor rolünü uzun uzun repliklerle oynadı provalardaki gibi her şey yolunda gitti ! öğretmen gördüklerine inanamadı oyunun başından beri sahnede en uzun kalıp en kısa repliklerle cevap veren ve sahneyi boş bırakmayan da bendim. Oyun bittikten sonra öğretmen bütün arkadaşları teker teker tebrik etti bana da kusur etmiş gibi eğilerek bu oyunu yazıp Yönettiğin ayrıca oynadığın için sana çok teşekkür ederim. Böylece ingilizce bir oyunla durumu kurtarmış sınıfta İngilizce öğretmenimizin en gözde öğrencisi olmuştum !

RESİM DERSİ

1952

Resim dersine gelen Nevzat ARI hanım da ağır başlılığı otorite ve disiplin sağlama işini ön plana almış bir bayan öğretmendi. Eğitim başında söylediği cümlelere sadık kalarak not vermekte cimri davranıyordu çoğu hocalar sanki sözleşmiş gibi bu yolu tercih ediyorlardı acaba böyle olunca daha saygın mı oluyorlar ? yoksa o zamanın öğretmenlerinin zihniyeti felsefesi bu sırda mı saklıydı.!.Resim olarak DNA gibi şeyler araştırılabilinir mi bilmiyorum ailemde dayım İhsan Topuz inanılmayacak kadar güzel resimler yapardı Harp okulunda bile Devlet Tiyatrosu oyunlarını kaçırmaz,sanat olayları ile çok yakından ilgilenirdi..Şiirleri o zamanın Gaziantep Gazetelerinde çıkar, hele o Gaziantep’e Tren geldiğinde yazdığı şiirleri ile herkesin beğenisini kazanmıştı Ömer Asım Aksoy Dayım İhsan Topuz’u yere göğe sığdıramazdı....bana gelince Nevzat hanımdan sınıfta en üstün not alan bendim.. bu notu nasıl aldığımı da biliyorum Nevzat hanım sınıfta öyle çiçek ,vazo koydurup resim yaptırmaz onun gözlemciliğe dayanan geleneklere karşı özel bir ilgisi olduğunu çözmüştüm..kullandığım renkler çevremin renkleriydi sınıftaki çalışmalarım da konu olarak Alleben’de yün yıkayan kadınları, kına gecelerini,.parmakları arasında oklava çeviren Harat’ı kale altında işyerinde atlara nal çakan Nalbantı ve bunun gibi kompozisyonlar çizip kendi yöremin renklerine sadık kalarak boyuyordum...arkadaşlarım ödevlerinde ufak tefek hataları düzeltmemi istediklerinde onları kıramıyor bir iki fırça vurarak yardım etmeye çalışıyordum ama Nevzat hanım kime yardım etsem hemen anlıyor Cahit bu senin fırçan senin tarzın.. bunu sakın yapma ! yoksa notunu düşürürüm diyordu.. oysaki Nevzat hanım resim dersini sınıfa sevdirip öğrencileri tümden yüreklendirseydi sınıfta güzel resim yapabilecek öğrencilerin sayısı çoğalacaktı..

KISKANÇLIK MI ?

1952

Türkçe kadar zevkli bir ders var mı ? İrfan Zülfikar eski hocalardan.. Tanzimat devrinde yaşayan Reşit paşanın kalem işlerini yürüten bir zat-ı muhterem gibi kibirli, emirler yağdıran ve bunların kayıtsız uygulanmasını isteyen bir yapıya sahipti beklenmedik bir zamanda ve zeminda Nurullah ataç’a ve daha bir çok yazarlara ateş püskürüyor onların ve onun gibilerinin korkunç bir yazın düşmanı olduğunu bizim de bunu kabul etmemizi istiyordu..anlatsın anlatsın ama Nurullah Ataç şu..şu özellikleri olan biri dese bize yetecek isteyen alır isteyen almaz öğrencilerin kafasına çekiç sallamanın ne alemi var.?.ders kitaplarındaki yazarları kötüler şu kötü bu kötü doğrusu ortada doğru dürüst yazar kalmaz şu güzelim dersi matematiğe dönüştürmenin neresi zevkli ? zaten matematiği gözden çıkarmış Türkçe ve kompozisyon da bana göre kalıplara indirgenemezdi ki failatun failatun failun.mefulu.. irfan hoca haftalarca bizi bunlarla uğraştırıyor yazılılarında da ağırlığı aruz vezinlerine veriyor,bana değil bütün sınıfa bu dersi sevdiremedi.kötüleme yarışlarında başarılı.. ders yılının ortasında anlattığına göre İzmir’den Halim Yağcıoğlu adında bir Türkçe öğretmeni sürgün gelmiş diğer şubede bulunan arkadaşlarımıza bu öğretmeni en kısa zamanda okul idaremize şikayet etmelerini bunun boynumuza farz olan bir görev olduğunu anlatmış ! bize de anlatıp bu konuda bizden görev bekliyor..böylesine yanlış kimseye bir şey kazandırmayan durumlar..bir zamanlar Halim Yağcıoğlunun adını dergilerin birinde okumuştum(Türk Dili olabilir sanırım mevsimlerle ilgili bir şiiri )hatırladığım kadarıyla hece vezniyle yazılmış duygulu bir şiirdi Yalçın Dai’de okumuş O şairleri benden çok daha iyi takip ediyor..İrfan bey diğer sınıftaki öğrencilere Halim beyi şarap içen bir öğretmen olarak tanıtmış.!. orada burada ezbere şikayetler başlamış bile.!.bu arada bizim muhterem İrfan hoca hastalanmış uzun bir süre O güzelim Türkçe dersimiz boş geçmişti ..

HALİM YAĞCIOĞLU

1952

boş geçen derslerden sıkılmağa başlamıştık ki bir gün kapı aralandı çocuklar burası 1-B Sınıfı mı ? önce gelenin bizim öğrencilerinin bir velisi zannettik masaya doğru yürüdü kısa boylu kırmızı yüzlü biri...benim adım Halim Yağcıoğlu İzmirliyim 1920 doğumluyum Gazi eğitim mezunuyum..arada şiir yazarım içinizde şiir seven var mı ? birkaç kişiden evet diye bir ses çıktı bu arada Yalçın Dai’yi tutana aşk olsun.hem parmak kaldırıp hem .heyecanla ayağa kalkarak ben Meşale dergisini çıkarıyorum ben de Şairim. ! Halim bey gülerek. şair olmak güzel şey herkes duygulanıp güzel şeyler yazabilir çizebilir bu şiir olur,hikaye olur.tiyatro olur, bu konuşmalar hasret kaldığım cümlelerdi, çok hoşuma gitti... Çocuklar belli ki sizinle iyi anlaşacağız.Türkçe.kitabımızdaki konuları işleyeceğiz bununla da yetinmezsek..kütüphanelere başvuracağız. bol bol ders dışında kompozisyon ödevleri yapacağız..herhangi bir sorunuz olursa her zaman hazırım..isteyenler Nakıp Sineması üst katındaki Nakıp oteline beni ziyarete gelebilir ben orada kalıyorum, onun samimi sıcaklığına sığınarak ayağa kalkıp hocam Nakip Ali ile tanıştınız mı.?.Sizi film izlemeye davet ediyor mu? deyince Tuncer Köylüoğlu makaraları koyuverip öyle bir güldü ki Halim bey de gülmelere katlarak ortamı sulandırmadan samimiyeti konuyu daha perçinleyiverdi inanın okumaktan film izlemeye zamanım kalmıyor çocuklar.. böylesi bir öğretmene can kurban...hafta sonu Yalçın Dai ile sözleştik Halim beyi kaldığı Otelde ziyarete gideceğiz ertesi gün Fikri Öztan ve Salman Özçalışkan bize katıldı Halim bey bizi Otelin ara salonuna aldı bizim için çay istedi .arkadaş gibi sohbet ettik Yalçın getirdiği Meşale dergisini hocaya uzattı bu sizde kalabilir hocam dedi.dergiyi yalnız başıma ben çıkarıyorum uzun.uzun konuştuk sorularımızı sırasıyla yanıtladı..benim kompozisyonları övdü hep böyle yaz dedi yazdığım kompozisyonun.konusu çok basitti , birdenbire indiren bir yağmur yaz gününde sele dönüşür bir bahçıvanın geçirdiği şaşkınlıkları konu edinmiştim ilginç gözlemlerin var doğrusu aferin sana dedi.!. güzel yıllar diyemeyeceğim ama güzel dersler geçirdik..hızımızı alamadık sinemalardan çok kütüphanelere taşınır olduk kütüphanelere zaten ilkokuldan beri gidiyordum ama daha çok gider oldum…

GÖKSEL KOÇAK

ve SİGARA MOLASI

1953

Mayıs ayı havalar ısınıyor..öğleden sonra ders yok otobüsler tıklım tıklım bu güzel havada Göksel KOÇAK yürümeyi teklif ediyor tamam diyorum. yanımızda bir kaç kitap var onu da belimize soktuk mu daha rahat ediyoruz ! elimizi sallaya sallaya yürümek bir başka oluyor etrafta bostanlar..Göksel biraz ilerdeki zulamızı bulup birer sigara içelim diyor. Caddede sigara içmek mümkün mü ? ..adım başı tanıdıklar çoğunlukla öğretmenlerimiz de bu yoldan gidip gelmeyi tercih ediyorlar bir gören olsa yandık ! bizden bir üst sınıftaki öğrencilere bile şapkamızla asker gibi selam vermek zorundayız..ama dışarıda kütüphanelerde durum öyle değil dinlenmek için kapı önüne çıktığımızda ağabeylerimiz uzatıyor paketi yak bir sigara ! ben kütüphaneye ilkokulda gitmeye başladığımdan sigaraya çok erken başlamıştım ilkokulda Birinci sigarası içiyordum. öyle ilkokulda arama falan olmazdı..ama Orta okulda dersin bir yarısında ceplerimiz aranırdı hem de çoraplarımızın içine kadar..Orta okulda bunları çok iyi bildiğimizden bir belaya uğramaamak için okulun kapısından içeriye paket sokmazdık...Bostanların girişlerinde zula tabir edilen saklama yerlerimiz vardı..Göksel ile aynı yerleri kullanıyorduk hiçbir zaman sigaralarımızı kayba uğratmadık.kayba uğrayanlara aramızda salak muamelesi yapılır alay konusu olurdu.. bostandaki zulamızı gidip yerinden aldık güzel bir tepecik bulup oturduk..ben birinci paketini Göksel de tabakasını çıkardı itina ile sardı keyifle sigaralarımızı içiyoruz..oradan buradan.yyeni kurulan Demokrat partisini eleştirdi konu seçimlere geldi.. İnşallah bu devre C.H.P kazanır..neden dedim..babam kazanırsak evin önünde bir hafta boyunca davul çaldıracak.!. öyle içten büyüksü görmüş geçirmiş tavırları vardı ki onunla konuşacak konu da bulamazdım çünkü ne kütüphaneye gider ne Sinemaya derslere karşıda da kayıtsızdı ama yine de başarılı bir öğrenciydi.. köyden politikadan, ticaretten söz etmeye gelince bırak saatlerce konuşsun hele Politikayı çok seviyordu..

 

YARIŞ ATLARI

sonra aklına takılan bir şey varmış gibi babam şimdi toplantı telaşında hadi seninle hana gidelim bu gün babam nasıl olsa gelmez.. Kalenin pazar tarafına bakan.zahireci ve demircilerin ortasında kalan bu Han’ın bölümlerinin birinde bir yıl boyunca koyun beslemiştik..annemin koyunlar evi pis kokutuyor diye şikayet etmesi üzerine babam o handa bir yer tutmuş bakıcı Hıdır’a beslemesi için teslim etmişti..o zamanlar Devecilerin lokantasından ekmek artıklarını aldırır onları tokmakla ezer..diğer yemlerle karıştırır bu hana götürür koyunların karşısına geçer arada onların yemelerini seyreder bundan büyük keyif alırdı..sonra elde edilen sütleri akrabalara mahallenin yoksul tanıdık insanlarına yollardı.bir zaman sonra bundan da hevesini alıp koyunları köye göndermişti.. Göksel’e handa ne olduğunu sordum bizimkilerin dedi..asil koşu Atları var hadi beraber gidip bakalım.değişik bir gün yaşayacağız.!.sigarayı bitirip kalkalım.yol boyunca Atlardan bahsetti benim atlar hakkında pek bilgim yoktu..yalnız bazen arka arkaya üzerine giydirilen ince örtülü gözlerinin önü yuvarlak açılmış özel bir giysi ile sabahları gezdirilen koşu atlarını çok sık görmüştüm.çoğunlukla temiz havada kavaklığa doğru yürütülürdü..Hana vardığımızda babasının orada olmadığını anlayınca içi daha da rahatladı..bilir kişi edası ile saf kan ve yarım kan atlar hakkında bu asil atların.beslenmelerini yulaf,patlamış soya,arpa mısır yediklerini anlattı. hadi durma seç bir tane çıkıp gezeriz. bak şu ŞAHAN çok iyi,atlara bindik ben Gökse’in arkasından yavaş yavaş onu takip ediyorum hedefimiz doğru kırk ayak.!.bostanlar biraz engebeli ama sakin sakin gidiyoruz etrafa bakıp düşüncelere dalıyorum aklımdan neler neler geçiriyorum. tarihte olan.GÖÇ leri düşünüyorum..AT ların çevreye uyumları. diğer atlarla nasıl karışıp cinslerinin değişime uğradıklarını.Tekerleğe koşulduklarını..insanların isteklerine nasıl uyum sağladıklarını düşünürken ŞAHAN birden bire hızlanıyor ama ne hızlanış dizginlerini çekiyorum bana mısın demiyor. durdurmak için bluşşşşş benzeri dudaklarımı titreterek frekanslı bir ses çıkararak At’ı durdurmaya çalışıyorum…daha da hızlanıyor ama nasıl hızlanıyor anlatamam küheylan mübarek eyvah derken beni sırtından atarak yere silkeledi bir ayağım üzengide takılı kaldı ayağımda taraklı kunduram..başım neredeyse yerlere değecek ellerim yerleri süpürüyor arada taşlar nasıl desem.hani bazı kovboy filmlerinde olur ya ondan daha beter..ölüyorum..hayvan rüzgar gibi uçuyor ellerim kanlar içinde hayatım artık bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiyor. kimseye veda edemeden gidiyorum bitti artık iç güdü ile kafamı taşlara çarpmamak için yukarı kaldırmaya zorluyorum! At bir rüzgar gibi hızından hiç bir şey kaybetmiyor sonunda çatttt diye üzengi asılı kayıştan kopup demir halka boşalıyor şükürler olsun yerdeyim.. en azından 600 metre ellerim yerleri taşları taradı avuçlarım kanlar içinde.. At gözden kayboldu umurumda değil ! ölümden kıl payı döndüm bir müddet sonra arkadan Göksel geldi ama aksilik olmuş bu ŞAHAN uysal ve mükemmel bir At’dı herhalde bir şeyden ürkmüş olmalı dedi ..bir hafta boyunca Sulfaderme merhemi sürerek ellerimi cebimden çıkaramadım..bu bana bir ders oldu AT’ı ne kadar eğittirsen eğit içinde vahşi özgür bir ruh olduğuna inandım !

1953-54 DERS YILI SONU

ÇOĞUMUZ DÖKÜLDÜK

Karnelerimiz bir felaketti. benim karnem tam bir felaketti.1-1-3-2- yalnız gurur duyacağım Resim-8 Türkçe 10 Tarım 10- tarih 8- coğrafya -7- sonuç tabii ki ‘’KALDI ‘’Yalçın Dai (kaldı) Zihni Çalman ,Tuncer Köylüoğlu (kaldı) şimdi tek tek saymam anlamsız.Hocalarımızın çoğu öğrencilerini sınıfta koymak için ellerinden geleni yapmak için ciddi bir yarışa girmiş söz birliği etmişler gibi..Hocam benim durumum iyiydi çalışıyordum diyenlere aynı ve benzeri cevaplar veriliyordu ‘’ benden müsamaha beklemeyin’’ Karnemdeki sonuçları soran öbür şubedeki arkadaşlara‘’ müsamahasız kaldım ‘’ diyordum.. (1-a- 1-b-1-c 1-d sınıfları vardı orta okul çok yoğundu) böylece en azından herkes işine yoğunlaşabilirdiYalçın Dai Şiir kitabı çıkarmak için sıkı bir çalışmaya girdi..ben.. Salman Özçalışkan-Enver Tekerlek Fikri Öztan okul sırasında Tiyatro faaliyetleri içindeydik kütüphanelerden çıkmıyorduk..Zihni Çalman Ziraat aletleri satan bir yerde iş bulmuştu herkes bir yere yapışmış bir şeylerle uğraşıyordu, yalnız Tuncay Köylüoğlu ben tatilin keyfini çıkaracağım arkadaşlar diye bizden ayrı baş çekti ..ben Tiyatro çalışmalarından arta kalan zamanı Kayacıkta Yalçın Dai ile Ninesinin evinde Kodak 6X6 çeken fotoğraf makinesi ile çektiklerimiz fotoğrafları tap etmekle geçiriyordum **** bu arada benim tiyatro çalışmaları ve ayrıntılarını TİYATRO bölümüne aldım.Babam bana kaldın mı geçtin mi diye de sormuyordu babamı da ihmal etmeyerek tiyatrodan arta kalan zamanlarda Belediye hanına uğruyor handa bol bol Tiyatro oyunlarını okuyarak vakit geçiriyordum.

İKİ SENELİKLER SINIFI

1954 – 55 DES YILI

geçen ders yılındaki gibi Tuncer Köylüoğlu-Cahit Saraç-Yalçın Dai aynı sıradayız gelen hocaları derse girdiklerinde geçen seneden tanıyoruz.. ne yazık ki gelenler arasında Halim Yağlıcaoğlu yok ! Yalçın’ın da keyfi kaçıyor benim de..oysa hep Halim beyin dersi olsun istiyorduk hey gidi günler hey..bütün sınıf onun dersinde kendilerini oturduğu sıralarda daha emin ve rahat hissederlerdi..kimbilir belki de aldığı aylıklar kaldığı Nakıp Otelinin ücretini karşılamıyordu kimbilir belki bu yüzden bizleri bıraktı..büyük bir kayıp.. gelenler hemen hemen aynı hocalardı üstelik suçlamalarla.karşımıza çıkıyorlardı.kazık kadar adam oldunuz işte çalışmamanızın cezası..en zorumuza giden de kalk bakalım iki senelik...söyle bakalım iki senelik..hiç akıllanmamışsınız..neredeyse kalkıp bağıracağım bizde ne akıl koydunuz ne iştah..matematik gene aynı Hasan Kamil öyle bir eda ile geliyor masasına üç defa vuruyor hemen oturmak yok! bize bunun provasını geldiği ilk günden yaptırmıştı.. sanki on kasım Atamızın yas günü.uzun bir süre bizi bekletiyor ancak dakikalar sonra oturun diyor.! Söylenenler..uygulananlar aynı..Hasan çekli repertuarını genişletmiş favori çekmenin yanına bir de tebeşir fırlatma eklemiş.!.yanındaki arkadaştan silgi falan gibi bir şey istesen rüzgar gibi uçarak yüzüne gelen tebeşir.!.bu yıl sık sık uygulanan bir yenilik daha var. içeriye giren Müdür muavinleri ceplerimizden çoraplarımıza gömleğimize kunduramızın içlerine kadar Sigara paketi arıyorlar ! bakmaları iyi ama bunu sık sık yapmaları bizi yıldırdı bunları yaşadıktan sonra sigara paketini hiç cebimizde taşırmıyız Lise binasının hemen yukarısında çok sayıda mağaramsı yerler var ! sigaraları sakladığımız bu yerlere zula derdik paketlerini buralarda kaybedenlerle alay eder onlarla dalga geçerdik

SANAT OKULU MU ?

1955

Yalçın Dai sık sık Sanat okulundan bahsediyordu gurup halinde gidip Sanat okulundan bilgi aldık öğrenci sayısı az olduğundan gelenlerin nakilleri seve seve yapılıyormuş ..birlikte sözleşip son kararımızı verdik kaydımızı Sanat okuluna aldıracaktık ! Velilerimizle açıkça konuşmamız gerekiyordu babama durumu anlattım uygun bulup nasıl istersen dedi ! beraber gittik Sanat okulu Müdürü Mehmet.Ali Demir.. babama sanat okulunu överek başladı Şakir beyciğim ‘’Sanat Altın bileziktir ‘’gibi sözlerle okulu yüceltti, anlamlandırdı arada babam ile böylece büyük bir samimiyet kurulmuş oldu..babam da bu durumdan memnun görünüyordu Müdür hemen kaydımı yaptı. aynı günlerde Yalçın Dai -Tuncer Köylüoğlu -Özcan Dai- Zihni Çalman -da nakillerini yaptırıp okula girmişlerdi bize okuldan birer önlük(saya) verdiler öğrenciler arasından yalnız futbolcu Talat Karslıgil’i tanıyorduk( yıllar sonra Galata Saray takımında futbol oynayacaktı) öğrencilerin çoğu köylerden ve çevre illerden gelenlerdi okulun atölyeleri yeni kurulmuş teşkilatlı Torna atölyeleri ve yeni araç ve gereçlerle donatılmıştı.. ilk günler iyi geçti matematik dersine Nurettin Kaptanoğlu geliyor.hepimiz topluca tesfiye bölümündeyiz Geometrinin burada önemli olduğunu hiç düşünmemiştik..teknik çizimler günümüzün büyük bir bölümü atölyelerde geçiyordu verilen parçaları atölye şefinden imza karşılığı fişlerle alıyor törpü,pergel,kumpas, ve benzeri araçlar için alıp vermek gerektiğinde de aynı işlem yapılıyordu..ellerimiz kabarıp su topluyordu açıkçası bizler bu işlere yatkın değildik.. hele bizim gurup Sanatçı ruhu taşıyan duygulu bir guruptu.. hepimizin pişmanlık duyduğu belliydi ama kendi ayağımızla geldiğimiz için birbirimize derdimizi anlatmağa da çekiniyorduk... böylece eziyetlerle dolu bir buçuk ay geçti..bir öğle arası torna atölyesinde kolumu demir masaya dayamış yaptığım yanlışı derin derin düşünürken kısa boylu dişleri kararmış başka atölyenin kısım şefi gelmiş aniden karşımda belirip öyle bir tokat salladı ki feleğimi şaşırdım- burası senin ekmek kapın hiç tezgaha oturulur mu oysaki tezgaha falan oturduğum yoktu sadece kolumu dayamıştım.bu yapılan haksızlığa hemen itiraz ettim.. tasdiknamemi alıp gideceğim burası esir kampı mı dedim ! öğle de yaptım..yine babama müracaat.. Babam oğlum işim var sen dilekçeyi yaz ben imzalayayım.dedi ertesi gün tasdiknamemi alıp eve geldim.

AMACIM KONSERVATUAR

TARATURA

1955

O gün Ankara’dan Harp okulunda okuyan ihsan Topuz Dayım gelmişti durumumu iyice anlamak istiyordu..amacımın sadece Devlet tiyatrosu Konservatuarında okumak olduğunu ayrıntıları ile anlattım... dayım güzel sanatlara ve Sanat’a karşı aşırı ilgiliydi isabet edersin dedi sofrada hep bu konu konuşuldu babam Tiyatro yerine ‘’Taratura ‘’diyordu.. bize yakışır mı sonra ne derler adama oğlum adımıza sanımıza leke mi getireceksin? biraz da suçu İhsan Topuz dayımda buldu..oğlumun aklına böyle şeyler düşürüyorsun diye, kırgınlığını belli etti..dayım yemekten sonra beni kenara çekip Devlet konservatuarı Tiyatro bölümü için Orta okulu bitirmen şart.! .ben son durumu ayrıntısına kadar anlattım öyle ise boşluk yaratmadan Nizip’e gidelim dedi orta okul Müdürü arkadaşım ben okula naklini yaptırırım !

NİZİP ORTA OKULU

1955

Şimdiye kadar yalnız Kilis’i görmüştüm yıllar önce C.H.P bayrakları ile Otöbüse binmeğe heveslenerek komşu Bedir efendi babamdan izin alıp Otöbüste yanına bindirmişti Kilis meydanında şiirler okundu..nutuklar atıldı ben hep kayıp olmamak için olanları Otöbüs den izlemiştim dönüşte otobüste lahmacun ayran dağıtmışlardı…bu ikinci seyahatım olacaktı. Dayım İhsan Topuz kaydımı yaptırdı iki samimi arkadaş onlar hasret giderdi ben de artık derslerime sıkıca asılmam gerektiğini anladım ..çünkü dayım beni orta okul sonrası Tiyatro bölümünde okumam için elinden geleni yapacağına söz vermişti.!.beni yerleştirip döndü..Nizip’de sosyal faaliyetler yoktu yalnız derslere çalışmak vardı..kütüphaneden başka gidebilecek başka bir yer bulamıyordum..o yıl sınıfı geçip Gaziantep lisesindeki orta okul hocalarıma - bakın nasıl geçermişim diyecek başarımı isbatlıyacaktım . Orta okuldaki Hocaların çoğu değişmiş Halim Yağcıoğlu ayrılmış..onun yerine Celile Ğöğüş gelmiş - Resim hocası Nevzat Arı ayrılmış Aritmetik-Geometri den ve fen derslerinden sıkıntı çekeceğim belli, çünkü temel yok okulda sosyal faaliyetlerde en önde gidiyorum..Schiller’in ‘’Wilhelm Tell’’adlı oyununu sahneye koydum ve oynadım oyun çevrede büyük ses getirdi

TARİH DERSİ

1955

Tarih dersini seviyorum onu da evde uzanıp okumakla değil büyük aynanın karşısına geçip başıma sarık gibi bir şey sarar 1. Bayezit olur’’1389 doğdum diye başlardım..Tarihi yaşama dökerek öğreniyordum.. Tiyatro gibi ders çalışıyorum - Çağırın bana veziri ve ulemayı..hedefim İstanbulu almak geçen seferimde buna muvafak olamadım ! ama bu sefer İstanbulu kesin alacağız..hadi hücummmm…bu sefer de olmadı başaramadık savaşlarımız nedeni ile Ekonomi de çöktü! (kapütülasyonlar) bu güç ve sıkıntılı durumdan kurtulmak için Venedik‘lilere varın tez haber verin Osmanlı topraklarında serbest Ticaret yapsınlar buna izin verilsin.. unutmayın güçlenince yine savaşacağız şimdiye kadar Osmanlı tarihinde bir ilk olarak yallnız ben savaş meydanında padişah oldum. Osmanlı tarihinde bu bir ilk ! hadi yine savaşalım ileriiiiii..kaderde esir olmak da varmış..yıllar nasıl geçiyor yıl 1403 olmuş artık.öleceğim’’ölüyorum. oynayarak öğrendiğim bu oyunu unutmama imkan var mı ? kafama hemen yerleşiyor.hem oku..hem..oyna,.ben tarih Dersini böyle çalışıyordum.’

FİLMCİLER

1956

Belediye hanına bir sabah filmci olduklarını söyleyen bir gurup odamızda içeri girdi ..içlerinde tanıdığım Mahir Özerdem sakallı olanı çoğu filmde gördüğüm Dede rollerinde oynayan İhsan Aşkın,bir de Pervin Par ile iri yarı Gönül Bayhan adında bir kadın var filmi çekecek olanlar bize Gaziantep’ üzerine övücü sözlerle başladılar burada bir film çekeceklermiş adını ‘’ Şahinler yuvası gibi’’bir isim düşünüyorlarmış Antep’in Fransızlara karşı verdiği mücadeleyi konu alıyormuş ayrıca Belediye Hanında da çekim yapacaklarmış Mustafa amcam bu işlere tamamıyla yabancı.. soru sormaktan da çekiniyor oysa benim aklımdan yüzlerce soru geçiyor ama amcamın yanında konuşmak olur mu yanlarına iki güzel bayan Aktris almışlar o da benim tahminim yardımdan kaçmak isteyenleri utandırmaya getirmek.. hiç bayanların yanında para vermemek olur mu ? amcamın eli boldur çekmek istedikleri filmi ballandıra ballandıra bitiremediler Mahir özerdem biraz anlatıyor diğerleri hemen tamamlıyordu..amcam yabancı olduğu bu konuda o zaman gene iyi katkıda bulunarak hemen masaya üç onluk attı..benim içim hiç de rahat değildi acaba çekilecek film buna değecekmiydi ?

 

LİSE SON SINIFLARIN TİYATRO GÖSTERİSİ

1957

Haftalar geçti bir öğleden sonra başka şubelerin resim hocası Orhan Erek bir haftalığına İstanbul’a gitmiş döndüğünde sahneye koyduğum ‘’Wilhelm Tell adlı oyunun başarısını duymuş beni arıyor beni tebrik edip Lise Tiyatro gösterisi için hemen yeni bir teklifte bulundu..bu yıl Lise Oyununa Köşe başı adlı oyuna hazırlanıyoruz provalar iyi gidiyor bizimle oynamak istermisin?dedi şaşkınlıkla hocam ama ben henüz daha orta okulun başındayım..olsun dedi.senden bu oyunda yararlanacağım.Cumartesi birlikte Lise 3 b. sınıfında toplanıyoruz orada bulun ! aradan beş on gün ya geçti ya geçmedi Orhan Erek sınıf hocalarımdan benim provalara katılmam için izin almış.. çok sevindim güler yüzlü insan psikolojisini bilen iyi bir hoca.. hem diğer hocalar gibi notunu sınırlamıyor.

PROVALAR BAŞLIYOR

Gaziantep Lisesi her yıl sonu bir oyun sahneye koyardı o yıl bir istina olarak gösteriyi şubat ayına almışlardı istek üzerine cumartesi provalara katıldım..ilk provalarda Adil DAİ..ve oyunun Işıklarını düzenleyecek Lise Müdürü aynı zamanda Fizik hocası Ali BİLEN ilerlemiş olan oyunun provalarını izliyorlardı.önce kurul kendi aralarında büyük rollerden kahveci rolünü bana yüklemek istedilerse de artık oturmaya yüz tutmuş oyunun şubat sonuna yetişmesi gerektiğinden her perdede çıkan ve perdeyi kapayan Eskici rolünü verdiler.Orhan Erek resim dersini herkese sevdiriyor ben hep Orhan bey’den on alırdım..notumu hiç düşürmedi..biraz da Lise oyununda yer aldığımdan bana daha candan arkadaş gibi samimi davranıyordu’’ KÖŞE BAŞI oyunundan sonra o kalabalık lisenin en tanınmışları arasına girdim..ama durum hiç de iç açıcı değil.. fen derslerim başarısız bu yıl da durum kötü..belki bazı hocalar öğretmenler odasında sosyal faaliyetlerin içinde yoğun çalışmamdan etkilenirler mi ama ne gezer Fen dersi hocaları ne yazık ki bu durumları hiç göz önüne almıyorlar. umut yok. gibi…

ADIYAMAN

Enver Tekerlek bana durmadan Adıyamandan mektup gönderiyor,artık Gaziantep lisesinde Tiyatro çalışmalarını da bitirmişsin buraya naklini yaptır bizim evde kalırsın yerimiz var öğretmenler G.Anteplileri çok seviyor burada onlarla sanki arkadaş gibiyiz bize olağan üstü yakınlık ve kolaylıklar sağlıyorlar şimdiden.sınıfları geçeceğini garanti ederim..durma çabuk gel ! ehh şu orta okulu bir atlatırsam ver elini konservatuar ne güzel olacak,hemen ertesi günü tasdiknamemi aldım..babamı da ikna edip doğru Adıyaman’a ! öğleden sonra Adıyaman’a vardım Enver Tekerlek ve arkadaşlarının olduğu evi buldum birbirimize sarıldık..sorma dedi sana mektubu yazdığımın ertesi günü Müdür muavinini okulda bıçakladılar...öğretmenlerin bizlere karşı tavırları birden değişti elimde tasdikname yarın gideyim mi gitmeyeyim mi diye düşünürken az sonra , kapı çalındı kalkın arama var ! Öğretmenler sigara ve bıçak arıyorlar bana sordu ben Enver’in akrabasıyım dedim az bir düşünüp hemen Gaziantep’ten onu ziyarete geldim..çok sert davranıyorlardı evde..bir paket sigara yakaladılar.sigaralar bana ait ben içiyorum tiryakiyim diye sigaraya sahip çıktım..Öğretmenler Enver’e yarın okulda görüşürüz diye kapıyı çarpıp gittiler...Enver de şaşırmıştı hemen bana karşı savunmaya geçti vallahi bu hocalarla hep arkadaş gibiydik ne olduysa o bıçaklamadan sonra oldu ..bu okulu kafamdan sildim..akşam yatakta hep düşündüm sonuçta burada benim için hayat yoktu. yeniden .Gaziantep’e dönmek de olmazdı..zaten ikinci kanaat döneminin bitmesine çok az bir şey vardı hemen aklıma K.Maraş geldi..hem Gaziantep’e de yakın ver elini Kahraman Maraş !

KAHRAMAN MARAŞ

1957

Okula gidip kaydımı yaptırdım Velimi sordular Pazarcıklı Ali küçük, babamın en samimi arkadaşı Pazarcık’ta geniş arazileri var Gaziantep’e her gelişinde bizim evde kalırdı..Velin gelsin dediler tamam dedim kayıt işi sadece bir gün gecikti Ali Küçük Velim oldu hemen işlemlerimi yaptırdı okul iyi bahçe içinde sınavlar Sinema salonu gibi bir yerde yapılıyormuş öğrenciler beni uyarıyorlar.Sinema biraz karanlık kitapla git aydınlanırsın ! bu demek ki kopya çekmeğe uygun ohh ne güzel.! yazılılar iyi gidiyor sınıflar kalabalık sözlülere zaman yok..asıl Tiyatro burada kitabın cümlelerini değiştirip değiştirip soğuk kanlı kendi halimde önümdeki yazılı kağıdına boyuna yazıyorum..sonuç başarılı pek zorluklarla karşılaştığımız yok ! yaşasın yazılılar herşey yolunda Ali Küçük gelecek sene babana söyleyeyim de bize Pazarcığa gel bizim okul yeni açıldı Orta okulu bizim orada bitirirsin !

PAZARCIK ORTA OKULU- ORTA OKUL BİTİYOR

1957-58

PAZARCIK ufacık bir yer ekili alanlar pamuk tarlaları en sevdiğim Tren istasyonun çevresi sakin ve huzurlu bana ‘’ Çehov’un oyunlarındaki sessiz ortamı hatırlatıyor Orta okulun mevcudu 4 kız toplam hademesi de içinde olmak üzere 20 kişi derslere bir Müdür bir de yardımcısı giriyorlar .Ali Küçük bana çok yardımcı oluyor..onun arazileri ve evi çok uzak olduğu için ben Otelde kalmayı tercih ettim.Velim AliKüçük otel ile konuşup bana en iyi odayı çok uygun bir fiyatla bağlayıverdi.zaten otel’e gelip giden de pek yok ! havaların ısınması ile dışarıda sivri sineklerden geçilmiyordu.Otelde pencereler telli olduğundan rahat ediyordum..okulda sosyal çalışmalara,uygun bir zemin yoktu .. sonunda.çok şükür Orta Okul diplomasına kavuştum..artık Ankara’daki Devlet konservatuarına gidebilirim.

ÇEKİRGE İSTİLASI

1957

O yıllarda Gaziantep’e Afrika’dan çekirge sürüleri geldi. Büyüklerimiz çekirge gelen yere kıtlık gelir ! diyorlardı herkes etrafını bu çekirgelerden temizlemek için ellerinden gelen çabayı gösteriyordu ..bu korkunç olay kendini bostanlarda ve yeşil alanlarda daha çok belli ediyordu, ben de Kavaklığa yardıma gittim. Oradaki mücadele daha büyüktü herkes su kenarlarına kadar yerleşip ortalığı talayan çekirgeleri avlamak telaşındaydı.. bu savaşa ben de katıldım etrafımdaki bazı genç guruplar ağaçlardan kopardıkları uzun iğde dallarına (sert ve dikenli olduğu için ) tuttukları çekirgeleri dikenlerine saplamış pır pır eden çekirgelerle Fırfırı satıcıları gibi kavaklığın ortasında dolaşıyorlardı ..

HAYRİ YANÇ (Burun Hayri )

Hayrı YANÇ ile tanıştıktan bir kaç hafta sonra onu Stadyumda oynamayı tasarladığım ‘’GAZİ ANTEP’e BİR TURİST GELDİ ‘’’oyununda oynamaya razı etmiştim.Tiyatro ile yakınlığı olmadığı halde Halkla kaynaşan Sanatçılarda nadir görülen seyirci ile anında bütünleşme ve olağan üstü bir sempatik tavırları vardı Milli Eğitim Kitabevinin altında küçük bir dükkanda Futbolcular için Ayakkabı dikiyordu.. her kitap alışımda ona uğrardım...tam su katılmamış Antepli sohbeti tatlı..insanı kahkahalarla güldüren neşelendiren espirisi bol bir arkadaş.sayısız hikayesi var işte onun anlattığı güya başından geçen küçük bir olayı anektot olarak alayım dedim.. :.

‘’ – yorum ben Diyarbahırdayken Ulu Camının yanındahı Bazarı geziydim geliyken baktım ki kel bi herif.. mahrada acir satıy ihhh burdada aciri biliylermiş neçiye veriyn gardaşım yirmi guruşluk aldım yalığa godum eve geldim. hayadın gara daşının sıcaa beynime vuruy..aciri yıhıycım hanifiyi açtım bille fısss.babıyn gabirine...sular böön de akmıy... yoharı çıhıp bari aciri Barbildeki suyla yıhıym dedim..ter içinde tıhlıya tıhlıya yoharı gader çıhıp şelee bii mintanımı çıharıp hamamın gapısına askıya astım.. inoo bi de görüym kellemi galdırdım ki benim mintan gapının arhasında bii sağa gediyy bi sola .. gapının üstünde mintan dolanıp duruy.. mintanı bii naal gapıp çektim bille yere habbap tayı kimi lahadanak bii akrep düştü Barbilin yanında guyruğunu galdırmış ba bahiy. ......böyle devam eden uzun uzun yüzlerce öyküsü vardı İnsan kendi yöresel ağızdan dinleyince bir başka oluyor Hayri Yanç’ın arkadaşlarının çok oluşu o küçük dükkana sığmayan durumlar sonucunda açılım göstererek.. bir futbol takımı ‘’kuru kafa spor’’ortaya başarılı bir takım çıkardı...futbol ayakkabısı dikmekten vazgeçti zaman yokluğundan arada sırada futbol topu dikmeğe başladı..daha sonra Müziğe heveslendi’’ Hele hele yandım eli zilliye -Ben de yandım burun Heyriye..parçası ünlenir oldu..***

MAHMUT TÜRKMEN

1957

Tiyatro gurubumuzda daha Sanatçı sayısı 15 kişiyi aşıyordu..ama değişkenlik olsa da olumlu deneyimler ve çalışmalar devam etmekteydi .o gurubun içinde yeni heveslilerden ateş gibi bir genç vardı ki biz çalışırken eli yüzü yer yer kireç kalıntıları ile bize gelir provaları izlerdi.sinemaya da çok meraklıymış. esas ne iş yaptığını sorduk badanacı..duvar ustası ,sıvacılık gibi işlerde çalışıyormuş her şeyi çabucak kapan bir özelliği vardı kendinden son derece emin olan Mahmut’a oyundan birkaç replik verdim gayet başarılı polis rolünün üstesinden geleceğinden iyice emin olmuştum, polis rolünü ona verdim provalarda olağan üstü oynuyordu şimdi oyunun adını hatırlamıyorum polis kıyafetini daha önce Emniyetten imza karşılığı olarak almıştık provaya ara verdiğimiz bir gün benden habersiz polis üniformasını. giyip gitmiş telaşlandık durduk ertesi gün prova yapıyoruz oyuna kendimizi öyle kaptırmışız ki içeri bir polis girdi gelenin Mahmut olduğunu geç fark ettik..nerdesin Mahmut çok merak ettik..böyle resmi polis üniforması ile dolaşılır mı başımıza hiç yoktan iş açacaksın ! yok dedi ben üniformama göre faydalı işler yaptım ..Sinemaların önündeki kara borsacılara daha evvelden göz aşinalığım vardı onları tek tek bulup sizi bir daha buralarda görürsem ayağınızı kırar resmi işlem başlatırım diye korkuttum..inanmıyorsanız gidin Nakip Aliye sorun artık sinemaların önünde böyle kişiler göremeyeceksiniz gerçekten de Sinemaların önünü gözeten arkadaşlarımız buralarda karaborsacılığın ortadan kalktığına şahit olmuşlardı ama artık polis Üniforması kontrolüm altındaydı.Gurubumuza giren Mahmut TÜRKMEN gerçekten bir çok oyunda oynadı ve oynadıkları rollerin hepsinin altından kalkmasını bildi

ENTEGRE OLMAK - Dr. EMİN KILIÇ

1957

Bir hafta kadar ortada gözükmeyen Tiyatromuza Polis rolü ile katılan Mahmut Türkmen’e. nerelerdeydin dedim.Dr.Emin KILIÇ’ın evinde çalışıyormuş çok da iyi para alıyormuş! istersen sen de gel tatilde harçlığın çıkar, dedi ne yalan söyleyeyim içimden geçti ama ben duvardan sıvadan falan anlamam ki dedimse de dinlemedi.. sen merak etme onu bana bırak dedi Dr.Emin KILIÇ sabahları çantasını alıp çıkıyor akşamları geliyormuş Sen yalnız işin başında duracaksın Mahmut beni nasıl ikna etti ben de anlayamadım.. Ben akşam üstü Emin beyle görüşürüm sabah birlikte gideriz dedi.. Sabah erken elinde bir önlükle geldi..hadi gidiyoruz hastane yokuşunu tırmanırken Doktor Emin beye benim Adana da çok ünlü mimari proje ustası olduğumu onarım işlerinde uzman ve ücretimin biraz fazla olduğunu anlatmış Dr Emin bey de önemli değil ..kabul gelsin demiş.!.bana önlüğü giydirdi Emin Kılıç beyin evi oldukça büyük alabildiğine geniş bir bahçesi vardı bahçesinde birkaç meyve ağacı sol tarafta da ala bildiğine yüksekce bir duvar , Mahmut bu duvara yüksek merdiveni dayayınca işin burada yapılacağını bunun öyle karışık bir iş olmadığını anladım.. ama asıl olan benim çapraşık durumum tam bu anda elinde çantası ile haşmetli Dr.Emin Kılıç göründü hemen bir elime çelik metreyi alıp Mustafa Kemalin Koca tepede verdiği emirler gibi işaret parmağımı ileri uzatıp dış cephe ile entegre olmalı falan gibi aklıma gelen anlamsız cümleleri emrimdeki Mahmuda açıklamalarda bulunmak ihtiyacı duydum ..kolay mı Mimari Proje ustası olmak! Emin bey yanımızdan geçerek kolay gelsin, bana da dönüp hoş geldin Beyefendi Adana nasıl ? dedi. çok sıcak dedim geçip gitti..ohhh..akşama kadar serbest sayılırız ev halkından zaten hiç ses seda yok..Mahmut yukarıda duvarların bir kısmını sıyırmakla meşgul ..anlaşılan yağmurdan sıvaların bir kısmı aşağıya dökülmüş duvarların kapladığı geniş alanda oldukça yıpranmalar var Mahmut zaten bir haftadır burada çalışıyormuş daha ne kadar sürer bu iş Mahmut dedim gittiği yere kadar gider dedi..arada sohbet ediyoruz..sigaramızı tüttürüyoruz..keyifler yerinde ikinci hafta aynı durumlar devam ediyor..Mahmut günlük 3O lira alıyor ben daha fazla 45. Lira.Mahmut arada bir yukarı çıkıyor bir şeyler yapıyor..benim hiç bir yardımım olmuyor..her gün aynı durum Emin beyin çıktığını görünce elimdeki mala ile Mahmut’a Sen derzlerini bol Harçla doldur iyi entegre olsun falan gibi durumlar..Emin bey kolay gelsin deyip geçip gidiyor.! on beş gün oldu..akşama doğru biraz yanımıza sokularak tahminen bu iş ne zaman bitecek dedi.Söz söylemek bana düşer gibi hissedip İnşallah gelecek Cuma bitiririz dedim.. iyi dedi sağlam olsun da ! bir hafta da öyle geçti sonuçta Emin bey bize ücretimizi tamamı tamamına ödemiş oldu. işleri bitirdiğimizde başını yukarıya doğru kaldırıp beni iyice süzerek baksana Sen Şakir babanın oğlu değil misin ? gel de yok de ! evet dedim.!.okul nasıl gidiyor.iyi dedim.babana benden selam söyle deyince birden bende bir ter boşalıverdi..

AHMET BAYAZ

1957

Paşa hamamının biraz üst kısmındaki evde otururlardı babası Savcı idi Muhtar Bayaz ! bize sert gelen bir yapısı vardı kapıyı çalmağa çekinirdim bir gün kapıyı babası açtı ne istiyorsun ? Ahmet evde mi efendim ..ne yapacaksın Ahmedi - bir şey söyleyecektim..söyle bana ne söyleyeceksen -Sinemaya gidecektik de.. Sinemada arkadaş en gereksiz şey diye kapıyı yüzüme kapadı ! o günden sonra ne zaman sözleşip Sinemaya gidecek olsak babasının ‘’sinemada arkadaş en gereksiz şeydir ‘’dediğini hatırlatır birlikte gülerdik. arkadaşlar arasında ailece Sosyete görünümlü yaşayan Ahmet Bayaz’dı evde Gramafon.. sayısız değişik Çarliston benzeri çeşit çeşit plakları ça-ça - Tango ..Her yerde kar var...Elvis Presley (Hound Dog – Bing Crosby (white Christmas) Nat King Cole (unforgettable) Dean Martin (That’ Amore ) ayrıca Brigitte Bardo’nun posterleri olurdu Ahmet evde kimsenin olmadığı günler biz eve davet eder Müzik dinletir Gramafonun başında tempo tutardı.. Ahmet’in inanılmaz müthiş ön sezileri vardı**** bundan Tiyatro bölümünün K.Maraş turnesinde bölümünde bahsettim sanıyorum.

HEDEF ANKARA DEVLET KONSERVATUARI

1957

İlk hedefim konservatuar sınavlarının tarihini öğrenmekti.ama daha çok zaman varmış...bir an evvel konuyu açmak için Dayımın gelmesini bekliyordum..dayım Balıkesir’de yüzbaşı Sanat ‘a çok yakınlığı vardı, izine geldiği süre içinde Gaziantep’e bir tiyatro topluluğu gelse hemen acele ile önce bileti alır beni de beraberinde götürürdü..geçen yıl onun sayesinde Baydar Sinemasına turne ile gelen daha önceleri Radyoda seve seve dinlediğim ve camuz Derisi çantam ile onun sık sık taklidini yaptığım‘’Celal ŞAHİN’e götürmüştü‘’bu benim için büyük mutluluktu..şimdi sıra babama dayım İhsan Topuz’la birlikte konservatuar konusunu açmaktı - babam dayıma peki orayı bitirince ne olacak ne çıkacak diye sordu ..dayım çok güzel uzatmadan uygun bir şekilde kısaca insan becerebileceği ve sevdiği bir işi yapmalı gibi bir sözle bitirdi ..babam çok kızmıştı sevilecek meslek ayrı Taratura ayrı.. bizim şanımıza şerefimize yakışır mı dünyada bu iş olmaz ! dedi..Dayım da bana bırakın ben okutayım..ben ilgileneyim..kendi elimle Ankara’ya götüreyim dedi babam dargın bakışlarla dünyada olmaz .benim işime karışma demeye getirdi..araya bir soğukluk girmiş bütün umutlarım suya düşmüştü..!

****O yıl Gaziantep’te Tiyatro çalışmalarına kendimi verdim Gençlik Tiyatrosunu zaten yıllar önce kurmuştum oyuncularımdan bir kaç kişi alarak Vali Hıfzı Ege’nin makamına çıkıp Tiyatro çalışmaları için bir yer istiyoruz dedim cesaretimizi toplayıp derdimizi anlatmış sayın Vali de bize tahminimizin çok ötesinde Halkevi’nin karşısındaki kamburun yerinin (eski sıhhi müzesini ) o geniş ve güzel yeri bize tahsis etmişti..Hıfzı Ege’nin bu iyiliğini hiç unutmayacağız aynı yıl Kültür Derneği Gençlik Tiyatrosu Müdürlüğüne ikinci kez seçilmem dolayısı ile oyunlar hazırlamam turneye çıkmamız ****** (bütün bu çalışmalar Tiyatro bölümünde yer almıştır.)

DİYARBAKIR

1958-59

Konservatuar umutları tükendiğinde şimdiye kadar kaçıncı sınıfta okuduğumu bile bilmeyen babam bana şaka yollu söyle bakalım Evliya Çelebi bu yıl hangi şehirde okuyacaksın diye takıldı..Gaziantep Lisesindeki yakın arkadaşların çoğunun durumlarını tahmin etmek zor değildi, tatilde ellerinden kitapları düşürmeyerek kırkayak bahçesinde nasıl çalıştıklarını yakından görmüştüm ve burada okumanın zorluğunu biliyordum .

LİSEYİ AMCALARIMIN YANINDA DİYARBAKIR’da OKUYACAĞIM

1960-961

Babama.Diyarbakır’daki amcalarımı ve Hamide Ninemi özledim dedim. eğer izin verirsen oradaki Liseye devam edeyim önce düşünürüz dedi.. herhalde sonra amcalarımla görüştü ki, birkaç gün sonra gönlümü almak için sen nasıl istiyorsan dedi..Lise kayıtlarını yapılması zamanı gelmişti Diyarbakır’da Gazi caddesinde Hasan amca pastane’sini işleten (Hasan Saraç) - Melik Ahmet hamamını(Hayri Saraç ve Ahmet Saraç)hamamın karşısındaki Örnek Otel’i de (Mahmut Saraç) mal sahibi olarak yıllar önce Diyarbakır’a gidip yerleşen amcalarım işletiyorlardı..Hasan amcam ile birlikte gidip Ziya Gökalp Lisesine kaydımı yaptırdım. amcalarım beni paylaşamıyordu Mahmut amcam ister evimizde kal istersen Otelden bir oda vereyim nasıl istersen ?dedi.. ben Oteli tercih ettim böylece daha özgür olacağım kesindi.

DİYARBAKIR ŞEHRİ

1960-961

Şehri bir hafta boyunca gezdim Diyarbakırı kilometrelerce çevreleyen Çin seddi gibi surlarıyla yaklaşık 10-12 metre yükseklikteki duvarları ile çok eski bir tarihe sahip güzel bir şehir, surların bir kısmının zamana karşı dayanamayıp yıkıldığı,bir kısmının da hava akımına engel oluyor diye yıktırılması sonucu bütünlüğü bozulmuş caddelerinde taksi yerine Faytonların tercih edildiği farklı insan guruplarının olduğu ama buna rağmen – bütünlüğü olan güzel bir şehir..İnsanları candan ve iyimser..Ulu camiye koşan insanlar mezheplere aldırmadan yan yana namaz kılabiliyorlar. ne güzel ! Ziya Gökalp lisesi biraz uzak ama ayaklarım ne güne duruyor, hem şehri yakından daha iyi tanımış olurum.Okul başladığınd yeni öğretmenlerle tanışıyoruz..arka sırada oturanların adını sonradan öğreneceğim Mehmet Nasır ve Baha bana hoş geldin diyorlardı.ders arasında Diyarbakır okul ve hocalar hakkında geniş bilgiler ediniyorum

HOCALARIMIZ

Sınıfta herkesin yüzü gülüyor.belli ki Hocalarından memnunlar benim için fen dersleri önemli.. hocalar öğrenciler arasında isimleri ile değil lakapları ile tanınıyor örneğin Hallo bey,İncir emmi..neden incir emmi diyorlar bunu sonradan anladım adamcağızın takma dişleri artık iyice erimiş alt dudağı neredeyse burnuna değiyor belki bunun için diye düşünüyorum..Cebir-Geometri dersine .Hallo (Halil) bey geliyor sempatik biri konuları iyi anlatıyor ama bende iş yok..kafam almıyor..beni derse kaldırdı mı tebeşir elimde sayıları yazıyorum gerisi yok ! Hallo bey gelip elimden tebeşiri alıyor sorduğu soruyu tahtada dayanamayıp kendi çözmeye başlıyor.. arada bir değil mi oğlum? diyor, bende arada evet..evet diyorum sonunda işte bu sayı çıkıyor diyor ! ben de sanki problemi kendim çözmüş gibi davranmaya kalkıp sonra yerime oturuyorum..ahhh biraz temel olsa hiç bir sorun kalmayacak.!

EDEBİYAT DERSİ - ENİS ERDEM ECE

1960

Edebiyata çikolata görünümlü Enis Erdem ECE hoca geliyor..o nasıl dolu bir hoca anlatamam.Ben ve tüm sınıf, hocayı bir an olsun boş bırakmıyoruz Okul iyi gidiyor futbol tutkunluğum yok oyuncuların isimlerini de bilmiyorum ama sınıfın çoğu futbol hastası peki ben ayrı mı kalacağım..Cano-Mehmet Nasır- Cemşo - ayrıca Yalçın Cantürk ( Deveci) onlardan ayrı kalmak olmaz maçlara isteksiz de olsa gidiyorum Gençlik spor- yıldız spor gibi takımlar var maçlar halk kitleleri tarafından da çok seviliyor ellerinde gazetelerden yapılmış külahlar içinde güne bakan çekirdekleri çitleyerek maçları izliyorlar (ay çekirdeği) Gaziantep’te biz pek bilmezdik yalnız kavun,karpuz gibi kabak çekirdekleri yerdik güne bakanı da orada öğrendim.maçlar biraz amatörce geçiyor sınıfta ..arkadaşlar dışarıdaki takımları örneğin Galata saray,Fenerbahçe,Beşiktaş gibi takımları tutuyor onları dışardan ayrıntısına kadar takip ediyorlar öyle hafızaları var ki bilmem kaç senesinde Beşiktaş Fenerbahçe ile kaç kaç kalmış.Bana.da.sen hangi takımı tutuyorsun diye sordular o anda hemen kafadan atıverdim.. adı sanı belli olmayan ‘’KARA GÜMRÜK’’ dedim…belki de adı hoşuma gitmiş olduğundan ama çok ilginç ki; birkaç hafta sonra Kara gümrük takımı birden liste başlarına kadar çıkmış.. unutmamışlar sınıfta bana sesleniyorlar hadi gene Kara Gümrüklü bu hafta da maçı aldınız !

BOŞ ZAMANLARDA

Bostanların içinde büyük havuzlar var(haraflar).arkadaş gurupları ile gidip orada yüzüyoruz o da yetmiyormuş gibi arada amcam neden hamama gelmiyorsun diye bana güceniyor (Hayri Saraç) Melik Ahmet hamamını çalıştırıyor, Diyarbakır’ın ünlü biricik tarihi hamamı ..amcam oğullarının hepsi cana yakın… beni Gazi köşküne davet ediyorlar’’ büyük Mustafa Kemal 1917 yıllarında Ordu komutanlığı yaptığı sırada burada kalmış’’.bu köşk Akkoyunlu mimarisi tarzı ile yapılmış.. insanı dinlendiren huzur veren tarafı var bu arada amcamın oğullarının getirdikleri hepsi de lezzetli yiyeceklerle piknik yapıyoruz ..

TAKLİDİMİ YAP

1960

Edebiyat hocamız Enis Erdem Ece hocayı okul dışında görüyoruz sınıfta Edebiyat dersleri bize yetmiyormuş gibi yolda tüm arkadaşlarla hocayı esir alıyoruz sorular soruyoruz bize arkadaş gibi davranıyor .Enis bey sınıftaki öğrencilerden duymuş olacak ki bir dersinde bana kalk bakalım sınıfta arkadaşlarının arasında hep benim taklidimi yapıyormuşsun. nasıl yaptığını görmek benim de hakkım deyince hiç itiraz etmeden hocam elinizden düşmeyen o cetvel olmadan yapamam deyince hemen cetveli bana uzatarak sıralardan birine öğrenci gibi oturuverdi..onun enerjik tavırları ve mimiklerini de öne çıkararak Enis Erdem Ece olarak sınıfı on dakika süren ciddi bir yazılı sınavı yaptım ki ancak o kadar olur..Hoca boynuma sarıldı.. tebrik ederek beni bu kadar iyi bir gözlemle incelemişsin aferin..olağan üstü oynadın gerçekten olağanüstü.!

DERS BOŞ GEÇMESİN

Aradan on on beş gün geçmişti ki Enis bey aşırı bir soğuk algınlığı dolayısı ile derse gelemedi..boş geçecek dersin ilk beş dakikasında Mehmet Nasır ayağa kalkarak sınıftakilere hocamız için geçmiş olsun dileklerini ilettikten sonra..dersimize Enis Erdem Ece olarak Cahit bize onun gibi ders versin ! hem böylece konumuzu işlemiş oluruz dedi sınıftan iyi fikir cevabını aldıktan sonra tahtaya kalkıp elime Cetveli alarak onun tavrı ve mimikleriyle işlenecek konumuza girdim ..ta ki Cemşo’nun sulu bir soru sormak için ayağa kalktığı an bir curcunadır koptu...müdür yardımcısı sınıfın kapısını kızgınca açtığında ben hemen en yakın sıraya ilişiverdim Müdür yardımcısı kimdi o tahta başındaki. kimdi o tahta başındaki kimi kaldırdı ise bilmiyorum diye oturuyordu.Müdür Muavini işi resmiyete döküp tahta başındakinin kim olduğunu öğrenmek ve acımasızca cezalandırmak istiyordu..

KİMDİ O MASA BAŞINDAKİ ?

Müdür muavini sonunda demek kim olduğunu bilmiyorsunuz şimdi yazılı yapacağım herkes bir kağıt çıkarıp yazsın sol köşeye kendi adınızı yazın Cevabını aşağıya yazacaksınız - soru o tahta başındaki kişi kimdi.Adı..Soyadı ? az sonra kağıtlar toplandı sayıldı. 34 kişilik sınıf mevcudunun 33 öğrencisi bilmiyorum yazmıştı.biri hariç o kişi korkusundan Cahit SARAÇ yazmıştı..Müdür muavini bunu yazan Ahmet’i ayağa kaldırdı Ahmet aferin alacağını zannederken Müdür muavininden iyice bir papara yedi ! bak koskoca sınıfın 33 kişisi bilmiyorum diye arkadaşınıza zarar gelmesini istemeyip onu kollarken sen arkadaşını ele verdin utanmalısın ! derken. Ahmet.başını öne eğdi..özür diledi Müdür Muavini başka bir şey söylemeden kapıyı çarpıp çıkıp gitti..yaşasın Edebiyat..yaşasın Enis hoca onu hepimiz seviyor bir an evvel sağlığına kavuşmasını istiyorduk! beslenme konusunda hiçbir şikayetim yok maşallah Amcalarımın hepsi Ahçı Diyarbakır’a ilk geldiklerinde ortak olarak Lokanta işletmişler zamanda .Diyarbakır’da ünlenmişler,yıllar sonra da olsa aranır olmuşlar Halk arasında onların işlettikleri lokantadan bu gün bile söz edilir...şimdi hepsinin durumu iyi. okuldaTiyatro çalışmaları ile hocalar arasında da iyice tanınmıştım bir bakıma sınıf geçmede hocalarımızın notlarıma olumlu etki edeceğine inanıyordum .

EDA HANIMDAN GEÇMEK ( BİYOLOJİ )

Eda hanım(Biyoloji dersi) dışında hiç bir problemim yok.. sınıfın tüm öğrencilerinin belalısı Eda hanımın bu durumunu bazı öğrenciler evlenemeyip yaşının ilerlemiş olması ile bağdaştırıyorlar.. arkadaşlar ile arada ordu evi Sinemasına gidiyoruz.oraya.güzel filmler geliyor..amcamın otelinde istediğim gibi yüksek sesle çalışamıyordum...

NASIR APARTIMANI

Mehmet Nasıroğlu ile (Diyarbakır eşrafından) daha önce defalarca bana NASIROĞLU apartmanın alt katında boş bir odaları olduğunu istersem burada kira ödemeden rahatça kalabileceğimi söylemişti acaba oraya geçsem derslerime daha iyi çalışabilir miydim.?.bir hafta sonra kara verip Mehmet’in Ailecek oturduğu Nasıroğlu Apartımanın alt katına yerleşiyorum.Amcam başta üzülür gibi oluyor ama sonunda onu yatıştırıyorum..burası okula daha yakın artık.yoğunluğu derslere verdim Cemşo (sınıfın en çalışkanlarından)ve Mehmet Nasıroğlu ile birlikte çalışıyoruz

MUHSİN ERTUĞRUL’a MEKTUPLAR

Yalnız olduğumda .Muhsin Ertuğrul Bey’e Mektuplar yazıyorum cevap gelmese bile çevremden ve buradaki Tiyatro çalışmalarımdan sık sık Muhsin Ertuğrul Beye yazmak ihtiyacı duyuyorum Akis Dergisinde okuduğuma göre…hele o zamanın Milli Eğitim Bakanı Celal Yardımcı ile ters düşüp ‘’Ben kavas değilim ‘’diye Muhsin beyin şapkasını alıp Devlet tiyatrosunu terk edip gitmesi haberi beni çok üzmüştü o zamanlar’’ kavas ‘’kelimesinin anlamının (hariciye işlerinde çalışan basit memur) olduğunu öğrenmiş Muhsin Ertuğrula yapılanlara üzülmüştüm.. daha sonraları Muhsin Ertuğrul beye yazdığım bir bayram tebrik kartının cevabını aldığımda sanki dünyalar benim olmuş havalara uçmuştum. bu arada zaman zaman amcalarımı da ziyaret ediyorum Baha Hayri Amcamı çok seviyor ben de geleyim ziyaretine diyor.nasıl sevilmez amcam ömrünü Din’e vermiş bilgili ulema bir insan..çocukla çocuk olur.her şeyi gerekleri ve örnekleri ile anlatırdı.. Radyodaki sevgi üzerine okunan şarkıları kendine göre yaradan sevgisi ve hassasiyeti ile bir başka dinler . her şeyi Allah’ın varlığı ve güzelliği ile bütünleştirirdi Diyarbakır’da Din konusunda aranan ve dinlenen bir zattı. ara sıra.okuldaki durumumuzu sorar ona her şeyimizi çekinmeden anlatırdık öyle Sanat olaylarına açıktıktı, tiyatro çalışmalarımızı oynadıklarımız oyunların konularını bile rahatça çekinmeden anlatırdık uzun uzun dinler bize yeni fikirleri ile katlırdı...

DİLAN SİNEMASI

Orta doğunun en güzel Sinemalarından biri olduğu söylenirdi filmler yahut tiyatro oyunları Gong sesi ile başlardı geniş bir sahneye sahipti koltukları çok rahattı Güney doğuda seçkin filmler getiren Sinemaların en iyisi sayılırdı kız enstitülerinin yıl sonu defileleri ve hula-hup yarışmaları burada yapılırdı .

TRENDEKİ YABANCI

1960

İkinci kanaat dönemi Gaziantep’den Kurtalan ekspresi ile dönüyordum..trende Milli Eğitim Klasiklerinden Alain’in (Denemeler) isimli kitabını birkaç sayfa okumuştum ki karşımda oturan temiz giyimli genç biri okumayı seviyorsunuz herhalde diye başladı..evet dedim genellikle tiyatro üzerine yazılanları ve klasik oyunları severek okuyorum..peki okuduğunuz kitabın yazarının ön adını biliyormusunuz dedi kitaplarında Alain diye geçer dedim.. aslında uzun bir adı var dedi ve ekledi Emile Auguste Chartıer Alain gerçekten uzun bir isimmiş dedim ama her şeyden evvel güzel deyişleri var! ve anlatmaya devam etti Lounde öğretmenlik ..Hiristiyanlığa karşı sert eleştirileri vardı karşımdaki genç’e ilgim daha da arttı.kendisi.felsefe öğretmeniydidiğer eserlerini okudunmu dediVarlık yayınlarından çıkan’’ Mutlu olmak sanatını.’’okudum çok sevdim.dedim başka eserleri de var dedi ‘’ Deniz kenarında söyleşiler’’.’’güzel Sanatlar sistemi’’Düşünceler zeka ve tutkular ‘’ aradım.iyi dedim Alain’i bana tanıttın ya teşekkür ederim kitap arkalarında ve ön sözlerinde yazar’a dair herhangi bir açıklama bulamamıştım...sağol bunları sizden öğrenmiş oldum ..az sonra en küçük baklava kutusundan çıkardığım baklavadan ikram ettim..nereye gittiğimi sordu Diyarbakır’a amcalarımın yanına dedim biraz sonra kompartımanın kapısı açıldı.. sevinçle içeri giren Gaziantepli arkadaşım Ali Semiz.!

SPORCULAR

Ali Semiz Gaziantep’ten eski bir arkadaş Kale spordan gurup olarak Diyarbakır’a gidiyorlarmış hadi gel bizim kompartımana biraz ötede şenlik var eğleniriz bizim takım çok neşeli.. hadi durma deyince paketlerimi eşyamı aldım genç adama tanıştığımıza sevindim diyerek oradan veda edip ayrıldım, bu gürültülü kompartımana geldiğime binlerce defa pişman oldum ne şaklabanlıklar curcuna.. her şey var..dümbelek eşliğinde neler neler sonunda Diyarbakır’a Lambada şişesiz yanmaz mı parçasıyla girdik ! beni taraftar olarak maça da bekliyorlar..duruma bakayım dedim istasyonda yollarımız ayrıldı Diyarbakır gözüme daha bir şirin gözüktü. eve uğrayıp babamın hediye fıstık ve Baklava kutularını amcalarıma dağıtıp doğru Okula gittim arkadaşları özlemiştim ikinci kanaat dönemi orta halli gidiyor hele Edebiyat ve resim derslerini iple çekiyorum Biyoloji dersinde aynı sıkıntılı günler derken İngilizce hocamız değişti İngilizcem pek iyi değildi ama idare ediyordum

İNGİLİZCE DERSİ - GİZLİ AŞK

1960

İkinci kanaat dönemi dersimize Ayla hanım geldi güzel bir bayan hani ilk aşkınız kimdi diye dergilerde Röportalarda sorarlar ya? öğretmenime aşıktım derlerdi..ben böyle şeyler okuduğumda bana ters gelir güler geçerdim.şimdi benim başıma geldi gözlerimi onun gözlerinden ayıramıyordum..Ayla öğretmen İngilizce dersinde telaffuza çok önem veriyor sınıfa değişik sözcükeri tekrarlatıyordu..mayn…mayn..mayn..ben her susuşta bilerek yavaşça mayın..mayın diyordum o..sıramın önüne geçip öyle değil Cahit bak diyor ..dudağını bana doğru uzatarak mayn..mayn..gene ben becerememiş gibi..mayınn mayınn deyip tekrarlamasını bekliyordum bu kez dudağıma bak iyi bak şöyle mayn..mayn..sınıf elbette bunun farkındaydı arada fısıltılşar oluyor tekrarlaması için bir hamle daha yapıyordum mayn..sonunda bak şimdi oldu işte diyor başardın.!

SEDAT BEY

Bir gün sonra sınıfımızın kapısını genç biri araladı doğru tahtanın başına geçti bundan sonra Matematik ve geometri derlerine ben geleceğim adım Sedat..inanamıyordum olacak şey değil Trende kompartımanda tanıştığımız genç adam..Matematik hocası olsun şaşırmış kalmıştım daha sonra kalabalık sınıfta beni fark eder gibi oldu sonra vaz geçmiş gibi bıraktığı konuya dönmeyi tercih etti bu kibar davranışları ve kendinden emin ciddi duruşu ile.en önde oturan kızların ve tüm sınıfın derin sempatisini kazanmıştı..tahta başında duruşu açıklamaları ile çok etkilydi.. ortada anlaşılmayan problem kalmıyordu..bir benim anlayamam dışında ! az bir temelim olsa beni bu korkudan kesin kurtaracaktı bundan emindim.. yok ama bu zayıf durumumu anlaması uzun sürmemişti ertesi günü dersinde anlatacağı Geometri konusunu teneffüste tahtaya çizmek üzere beni görevlendirdi Ders başladığında Sedat bey benim kitaba bakarak çizdiğim şekilleri ( üçgen-Elips vs ) üzerinde sınıfa açıklamalar yaparak dersi tamamlıyordu bu görev dışında bana pek ilişmiyordu üstelik derse de kaldırmıyordu artık beni çözmüştü..Sedat beyin bir özelliği daha vardı Okuldan çıkıp da dışarıda dolaştığını kimseler görmezdi,

LEYLİ ( yatılı ) OKUMAK

1960İkinci kanaat döneminin ortalarına doğru Leyli (yatılı okumaya) özendim..Leyli okuyanları yıllar öncesinden Gaziantep’te okurken merak etmiştim..Enis hocada. Diyarbakır’daki Ziya Gökalp Lisesindeki yatılı öğrencilerin başındaydı.. onlara özel yemek çıkıyor akşamları dışarı çıkmadan zorunlu olarak derslerine çalışıyorlar.. bu benim için elbette iyi olurdu böylece dersleri daha sıkıya almış olurdum..hem de Enis beyden daha çok yararlanırdım idari bölümden gerekli yatılı işlemleri yaptırdım bundan sonra yatılıydım..yatılı olmak iyi bir duygu insan kendini okulun sahibi gibi hissediyor..hem sabahları gurup halinde kalkıp Mütalaa (gözden geçirme) dersleri tekrar etme olanağı buluyoruz.

BİYOLOJİK TEHDİT

bu arada biyoloji dersine de çalışıyorum aslında biyoloji iyi bir ders ama dedim ya baştan Eda hanım sınıfa korku yaydı okulda yoğun tiyatro çalışmalarımla bütün hocaların sempatisini üzerimde toplamıştım tabii biyoloji hariç.. biyoloji sınıfta herkesin hocasından dolayı yaka silktiği bir dersti elbette ortaya negatif bir hoca olacak ya ! ‘’benim dersimden geçmek ha’’ diye başlayıp otoritesini bu şekilde devam ettirmeye kalkacak…işte sana baş belası. Biyolojiden yazılı yapıyor yanımda durdu neden yanındakine bakıp kopya çekiyorsun ? çekmiyorum bir de karşı geliyor ha ! benden sınıf geçemezsin kanım tepeme çıkmıştı.- ben Biyolojiden sınıf geçerim dedim.. hem geçer de gelirim. .

GEÇER de GELİRİM

Biyolojiden de geçer de gelirim.. ve geçtiğimi de size müjdelerim beni gelecek yıl bu Lisede göreceksiniz ama sizinle olamayacağım çünkü artık Biyoloji dersi olmayacak..tabii hemen O gün sıfırı bastı..her şey güzel ama ben ne yapacağım şimdi ? gerçekten çok iddialı mı konuştum ? akşam yatılı kısımda mütalaa sırasında Atlası önüme açtım.

HAKKARİ’ de OKUMAK

Vilayetleri önümdeki Atlastan tarıyorum..parmağımı Hakkari Vilayetine basmışım..uzun uzun düşündükten sonra başımızdaki Enis Hocaya Hakkari’de Lise var mı diye sordum.. olmaz olur mu orası da Vilayet dedi.. böylece Hakkariye gitmeğe karar verdim. Sabah okul idaresinden tasdiknamemi istedim Müdür gerekçesini sordu..babamınTicareti dolayısı ile buna mecburum dedim inandırdım okul arkadaşlarım ile vedalaştım.Ayla hanım..Sedat bey Enis Hocayla.. Eda hanım yani biyoloji hocası dışında bütün hocalarımla vedalaşıp ayrıldım babama duygusal bir mektup yazarak ayrıntılı olarak ayrılmamımın gereğini açıkladım.

HAKKARİ

Mevsim kış.hedefim Hakkari..Van’a kadar.o bozuk yollarla geldik.yolda ciddi bir kaza geçirdik öyle çarpışma falan değil araba kayıp ciddi şekilde yan yattı...baktım şoför bir şey olmamış gibi davranıyor ben daha fazla aldırmamış hatta biraz da anlamamış numaralarına yattım neyse sonuçt’a geldik...Van’dan Hakkari’ye gidecek otobüsü soruyorum ne otobüsü dediler..oraya kamyonla gidilir belki yarın kamyon bulursun ..bir ara Van da burada mı karar kılsam diyorum akşam baktım ki yediden sonra ortalarda kimsecikler yok sonra birden vazgeçiyorum.

HER YER VATAN TOPRAĞI

Öğleye doğru bir kamyon buldum.. şansın varmış dediler içime pijama da dahil üst üste neyim varsa giydim çok soğuk arada bir hay kafam hay diye kendimi suçluyorum ..sonra toparlanıp orası Vatan toprağı değil mi? diye kendi kendimi teselli etmeye çalışıyorum kamyon üstünde yollar daracık kıvrım kıvrım karşıdan gelen vasıta yok gibi vasıta olsa bile biri bir gözeneğe girip öyle geçiyormuş şoför öyle diyor....kamyon kıvrıla kıvrıla yılan gibi gidiyor ama benim içim kalkıyor ..saatler sonra Hakkari girişinde kamyon kenara çekip park ediyor..Şöforün yüzüne bakıyorum adam ne bakıyorsun der gibi geldik işte diyor hemen yokuştaki kahveden içeriye giriyorum ocaktan sıcak bir çay istiyorum yanımdaki oturan tayin mi diyor onun gibi bir şey diyorum adam yakınıyor burası yokluk yeri radyo bile çekmiyor haberleri takip edemiyoruz cebimdeki gazeteyi görüp baka bilir miyim diyor.. uzatıyorum adama..bir çay..bir çay daha içip kalkıyorum çaycıya şehir merkezini soruyorum buradan başlıyor diyor..! dışarı çıkıyorum şehri tanımam on dakika sürüyor..sağda hükümet merkezi denen orta halli bir bina lokanta yı soruyorum biraz evvel geçmişim Otel benzeri bir şey de göremedim ilerde sağda hapishane Liseyi soruyorum..kireç boyalı bir binayı gösteriyorlar bakkal arıyorum biraz daha ilerde diyorlar bakkala giriyorum içeride birkaç naylon ayakkabı dolapta ekmek, otlu peynir..o kadar..hemen oteli garanti etmem gerek neredeyse hava kararıyor otel inanılmayacak kadar ucuz odaya geçiyorum elektriği yakıyorum o da nesi ? ampulün yalnız telleri kızarıyor etrafa mum ışığı kadar bir ışık veriyor.sabah ola hayır ola.

OKUL’a KAYIT - OKUMAK İSTİYORUM

Sabah nakil evraklarımı alıp doğru okula gidiyorum hayatta bu kadar rastlantı olur mu ? kahvede benden Gazete isteyen adam..Lisenin Müdürmüş neden Hakkari’ye geldiğimi soruyor Tiyatroculuk tarafım tutuyor düşünmeden annem babam yok tatillerde İstanbul’da gazete satarak geçiniyordum sonra Diyarbakır da okudum orası daha pahalı o kadar içten söylemişim ki kendim bile gazete satıcısı olan kendime acıma hissi duyar gibi oldum bana Hakkari’nin çok ucuz olduğunu söylediler ! hayat pahalı ben okumak istiyorum... Müdür peki burada tanıdığın biri var mı diye soruyor boynumu büküp yok diyorum..adamcağız öyle inanmış ki olmazsa velin ben olurum deyip beni hemen sınıfa yolluyor..sınıf on bir kişi..bir kaç kişi babalarının tayini dolayısı ile gelmiş..diğerleri Türkçeyi kafasını gözünü yararak konuşuyor onlarda Türkçeyi askerden dönen ağabeyleri ve yakınlarından öğrenmişler ! okulda iki öğretmen var Müdürümüz ve eşi..Müdür akşamları can sıkıntısından Otele bana uğruyor sohbet ediyoruz ne zaman İstanbul’dan bir şeyler sormaya kalksa sözü Diyarbakır’a getiriyorum çünkü İstanbul’u henüz görmemiştim.. İstanbul çok güzel ama çok pahalı. Diyarbakırda Havacılar ve ailelerinin çok oluşunun da pahalılıkta rolleri olduğunu söylüyorum uzun uzun hayattan acı sayfalar olarak ona dramatik.dokunaklı şeyler anlatıyorum Müdür beni Onbeş gün sonra Biyoloji.dersi borç. yazılı sınavına çağırdı beni ayrı bir sınıfa aldı kitabı açarak bana beş adet soru yazdırdı..ve kitabı masasının üzerine koydu... apar topar hademe içeri girdi şu musluk işi ne olacak diye.. bu arada Müdür ve hademe Su işini halletmek için birlikte dışarıya çıktılar..Masaya doğru uzanıp yavaşça kitabı aldım..kitabın sözcüklerini aynı olmasın diye hep değiştirerek yazdım..beş soru da bitmişti..kitabı tekrar masaya koydum yarım saat sonra Müdür gelip önümdeki yazılı kağıdını alıp çıktı ..ertesi günü Biyoloji dersinden geçtiğimi öğrendim.. ne olacak. hadi Biyolojiden geçtim şimdi işim bitti gidiyorum demek olmazdı.!

İSTANBUL’dan YEDEK ÖĞRETMENLER GELİYOR

bir iki hafta sonra Hakkariye İstanbul bölgesinden yedek öğretmenler geldi Askerlikten sayılan yedek öğretmenler guruplar halinde çukurca,,yüksek ova,Şemdinli ilk okullarında öğretmen olarak görevlendirilmişlerdi bu İstanbul bölgesinden gelen yedek öğretmenlere .daha önceden açıklamış olmalılar ki herkes un çuvalları ile şeker vs.erzakları ile gelmişlerdi..buralarda rakım yüksek..çoğu köylere dağılıp vazifelerine başlamadan hasta oldular rakım değişikliği yüzünden burun kanamalar falan çoğu hastalıktan kırıldı..o ara kısa bir tatil vardı galiba müdür çevreyi çukurca yüksek ova Şemdinli gibi yerleri merak ediyorsan onlarla beraber gidebilirsin dedi.. bu biraz da benim işime geliyordu tek düze burada yaşamaktansa bir yerler göreyim istedim bir gurup yedek öğretmenlerle birlikte yola çıktık Cilo dağları çok ilginç yöreleri avuç içi gibi bilen yerel kılavuzlar bizi götürüyor hele zap suyu boyunca aşağıda gördüğümüz. köylerde yaşayanlar çok fakirdi şurada evlerinin kilimlerini yıkıyor birkaç metre aşağıdakiler aynı suyu içiyorlardı bazı köylerdeki insanların Şah’ın idaresinde yaşadıklarını içlerinde öyle bilenler bile oluyordu.Türkçe bilenlerin çoğu askerlik yapıp köylerine dönenlerden oluşuyormuş çoğunluk yerel dillerini kullanıyor her uğradığımız yerde görevli öğretmenler kendi bölgesine teslim ediliyor..her geçtiğimiz yerde birlikte geldiğimiz yedek öğretmenler biraz daha azalıyor kılavuz bizi sık sık uyarıyor Katırların bastığı yere basın diye zaman zaman uyarıyorlar..katırların peşinden gidiyoruz

HASAN ŞİMŞEK

Kılavuzun anlattığına göre Hasan ŞİMŞEK-Varlık yayınlarında Hikaye Yazarı Öğretmen müfettiş olarak görevine giderken katıra binip kendi idare etmeye kalkmış ne yazık ki zap suyuna düşerek hayatını kaybetmiş ! bu olayı duyunca kendime biraz daha çeki düzen verip katıra daha sıkıca tabii oldum..zaman zaman kılavuzlar uygun yerlerde Katıra binmemize izin veriyorlar. zap suyu boyunca bir çok köye girip çıktık. bu yörelerin halkı çok içten ama otlu peynir ve ekmekten başka da ikram edecekleri şeyleri yok..Şemdinli’ye uğradık görevli öğretmenlerin dağıtımı bittikten sonra orada iki gün muhtar odasında dinlenip kılavuzla Hakkari’ye geri döndük..Müdür akşama doğru bizim geldiğimizi duymuş olmalı ki Otel’e uğradı gördüklerimi anlatınca..kötü mü hayatın gerçeklerini daha yakından tanımışsın dedi !

P.T.T HAKKARİ

1961-962

Babamdan bir kaç gün sonra bir telgraf aldım iyi ki telgraf çekmiş çünkü benim yazdığım mektup iki hafta sonra eline geçmiş ve bana P.T.T ile 70 lira yollamış bu para bana 2-3 ay yeter parayı almaya postahaneye gittiğimde paralarının olmadığını söylediler üç dört gün sonra etraftan bir yerlerden bulup parayı ödediler...yeme içme otlu peynir ekmek’ten usandım diye şikayet edince Müdür beni Ordu evine götürdü birlikte yemek yedik sonra beni yüzbaşı Ömer ile tanıştırdı o günden sonra yemekleri hep orada yedim. Ders yılı sonunda karnemi aldım geçmişim..bir kaç gün sonra gidip Müdürü buldum ben artık gideceğim dedim bana gücenmiş gibi gelecek yıl çalışıp buraya gelecekmisin ? senin yerinde olsam önünde bir yılın kaldı.liseyi burada bitirirdim diye tekrarladı ..seneye gelecek misin ? boynumu büküp bir mani çıkmazsa gelirim dedim.. öğleye doğru Van’a gidecek bir kamyon varmış hemen eşyalarımı toplayıp kamyonu buldum.ver elini Van..oradan doğduğum şehir Gaziantep !

**** TİYATRO UĞRAŞILARI ile ilgili konular Tiyatro bölümünde.

Gaziantep’e geldiğimde birkaç gün ailem ile hasret giderdikten sonra arkadaşları toparlayıp Tiyatro ile en yoğun çalışmalarla sıkı bir zaman geçirdim tatil boyunca ailem Gaziantep’de kalmam burada Liseyi bitirmem konusuna ısrar ediyorlardı ama ben çoktan Diyarbakır’da amcalarıma mektup yazarak zemini hazırlamıştım.bile.

DİYARBAKIR ZİYA GÖKALP LİSESİ

DİPLOMAYA DOĞRU

1961

Gaziantep’de ziyaret dönüşü Hacı Ahmet amcam beni alarak birlikte Diyarbakır’a dönüyoruz Hacı Ahmet amcam katı diyemiyeceğim ama görünüşü ve sert yapısı da öyle.. Hacı Hayri amcam gibi evrensel görüşleri yok..o derya gibi birbirine hiç benzemezler Hacı Ahmet amcam fazla konuşmaz..trende ellerimi nasil birbirine kenetledimse hemen günah ellerini öyle Hiristiyanlar gibi birleştirme dedi anladınız…çoğu şeyleri günah anlayışına bağlıyor. Tren’in yavaşladığı yerlerde da zaman zaman çocuk gurupları gazete gazete diye bağırıp trenden gazete atmamızı bekliyorlar..tren sık sık durup lokomatif için su alıyor..o arada satıcılar kompartımana akın edip cam kapıları arkası arkasına sert biçimde açarak simit..içli köfte lahmacun gibi şeyler satıyorlar elbette Gaziantep’in içli köftesi ve lahmacunu gibi olmadığı kesin ekmeğin üzerine biraz salça ve soğan o kadar n’olacak yolcular zaten gelip geçici ama belli ki trendekilerin çoğu asker.. kıtalarına gidiyorlar ya da terhis olmuşlar koridorlarda çorap ve sigara dumanı ile karışmış ağır bir koku hakim ! arada koridorlarda yatanlar bile var buna rağmen satıcılar ortada atlaya sıçraya çekirge gibi cirit atıyorlar ne yaparsın ekmek parası..! amcam uyukluyor..sıkıcı ve çekilmez bir yolculuk sonunda Diyarbakır’a varıyoruz..pastahane işleten Hasan amcam ile bir gün sonra Ziya Gökalp Lisesine gidip kaydımı yeniledim önümüzdeki hafta okul açılıyor bu arada lojmandaki Sümerbank Yemekhanesi sinema salonunda geceleri güzel filmler oynuyordu ben Kağıt oyunu falan bilmem onun için Lokalden pek hoşlanmıyorum lojmanın kızları Baha’nın peşindeler bizi top oynamaya davet ediyorlar birlikte açık sahada top oynuyoruz Lisemizin en iyi basket oyuncusu Eşfak geliyor bizi yemeğe evlerine davet ediyor yemeklerimizi Balkonda yiyoruz.kısaca Hafta çok çabuk geçiyordu

SÖZÜMDE DURDUM-

EDA HANIM İLE İLİŞİĞİM KALMADI

Mutluyum çünkü artık Biyoloji dersi yok ! okulun ilk açıldığı gün doğru Eda hanımı Okulun bahçesinde bulup hemen müjdeyi veriyorum. ‘’sözümü gerçekleştirdim Biyolojiden geçtim şimdi üst sınıfa devam ediyorum‘’ diye reverans yapıp hemen yanından ayrılıyorum.nasıl olsa artık Eda hanımla medüz, popülasyonlar mitoz’lar konuları ile işim bitti. Biraz insaflı olsaydı ne işim vardı Hakkarilerde orada burada derslere girdiğim ilk günü anladım ki Cebir-Geometri hocalığından çok Felsefe hocalığına yakışan genç Sedat bey okuldan ayrılmış dahası var Edebiyatçı Sevgili Enis erdem Hoca da Müdür olarak terfi alıp Antalya’ya tayin olmuş o da yok! onun yerine eski millet vekillerinden Yusuf Azizoğlu diye yaşlıca bir bey geliyor.sohbetleri çok güzel söylediklerine göre para için değil, Müdürün hatırı için geliyormuş.! içten..tatlı dilli elbette Edebiyatı sevdiği belli evdeki kitaplarından bahsediyor bize bol bol öğütler veriyor..Ayla hanım ile İngilizce iyi gidiyor. aramız çok iyi...Halil beyle Matematik derslerinde eskiden olduğu gibi hep bir köşeye büzüşmüş hallerim elbette onun gözünden kaçmıyor.Geometriyi hiç anlamıyorum vay Sedat bey vay gidecek zaman mı buldun?

MÜBAREK EL

bu arada Diyarbakır şehri yeni bir haberle çalkalanıyor..toprak altından çıkan yüzlerce yıllık mübarek bir el bulunmuş hem kılları bile henüz üzerinde canlı gibi hiç bozulmadan..bu mucizeyi görmek ,dua etmek için herkes can atıyor bu haberin doğrusu ancak on..on beş gün sonra ortaya çıktı ! yakında bulunan Hastaneden toprağa atılan bir hasta’nın kesilen eliymiş

YAĞMUR DUASI

O yıl Diyarbakır’a yağmur gerçekten çok az yağmıştı..kıtlık olacak diye yağmur Duasına çıkacaklardı eskiden beri bunu merak eder dururdum Diyarbakırdaki Hocalar birleşmişler ben bu haberi gazeteden okur okumaz ilgimi çekti katılmağa karar verdim eller açıldı Hocalar uzun uzun dualar ettiler topluca yapılan Dualardan sonra gerçekten hava birden kapanıp karardı yağmur yağmaya başladı bu olağan üstü mucizeyi de o yıl kendi gözlerimle görüp inanmıştım..

GÜRCÜ BACI

1961 – 62

Diyarbakır’da hep Gürcü bacıdan söz edilir anlattıklarına göre Adnan Menderes’in Diyarbakır’a her gelişinde Gürcü bacıya fal baktırmadan bu şehirden gitmediği söylenirdi .. şöhreti sınırları aşmış ben de Diyarbakırdayken şu falıma baktırsam mı acaba? en azından şu Okul durumum n’olacak diplomaya kavuşabilecekmiyim ? falcı Gürcü bacının oturduğu yeri öğrendim faytona atlayıp evine gittim kırık dökük ama büyük bir ev iki bacı birlikte oturuyorlarmış! beni aşağıda oturan bacısı karşıladı adımı soyadımı sordu söyledim neye baktıracaksın geleceğim hakkında dedim yukarı çıkmamı söyledi Gürcü bacı yukarda elimi suya batırttı..başladı anlatmaya kağıdın defterin çokça olduğu yerdesin hele bir yere saplanıp kalamamışsın ya orada ya buradasın..epeycene zorlanıyorsun işin vakti değil gene yakın bir yere yol var bu sefer sanki işin hallolacak.!sonra peşinden bir yolculuk daha yapacaksın ilki epey ırak sayılmaz ama gene memleketin içinde yakın yerde ikincisi sanki bir yaşlı Padişah yol ağzında sırtını tapışlıyor uğurluyor mu itiyor mu bilmiyorum ne desem şöyle sanki gavur memleketine bir yere varacaksın vardığın yerde epey kalacaksın kağıt kitap gene eksik değil hemi de ahali ile olan bir şeylerle uğraşıyorsun sanki pazarcı olur ya onlar gibi bir şeyler anlatıyorsun tepede lamba şişeleri gibi ışıldayan bi şeyler var arada karanlık da var lambalar da ustalaşıyorsun ne deyim ben büyüdüğün doğduğun yere elinde lambaları taşımaya niyetlisin çıkınlar var çok dolu çıkınlar.. her bir şeyi oraya çıkınlayıp öte yanına saklamışsın heee çıkındakileri sanki memleketine açmışsın ooo içinde ne çok öteberiler var ben deyim sana onlar senin kadrini bilmeyecekler boşuna ama nihayetinde ellerini başlarına vuruyor nedamet getirip ahirinde pişman oluyorlar hepisi sanki ne halt ettik deyip yüzünü sallandırıyorlar..yani ne deyim öyle böyle değil çok pişman olacaklar..yüreğin ferah elbet ama bu hallere üzüleceksin elindeki çıkını toplayıp sonra başka yerlere açacaksın onlar senden fayda görüp sana dua edecekler.bu iyi..- peki dedim okulda geleceğim iyi mi kötümü sen bana onu söyle ! ya oğlum sen beni heç mi dinlemiysen evvel memleketin bir yerine gideceksin ondan sonra da esas gavur memleketine ben biraz ilgisiz kalınca,hemen sözlerini bitirdi.. Padişahmış…gavurmuş..çıkınmış saçmaladı.durdu..Gavura nerden gideyim ben attı işte bir kaç kuruş almak için ne palavralar atıyor..hepsi para için. !

AYLA HANIMI YOLCU ETMEK

birinci kanaat dönemi bitiyor Ayla hanım da İstanbul’a tayinini istemiş..ne şanssızlık. üç gün sonra.Ayla hanımı trenle yolcu etmek üzere kırmızı bir gül aldım bir paket de amcamın özel baklavasından yaptırdım (amcam üç çeşit farklı fiyatlarla baklava çıkarırdı..askere ayrı dükkana ayrı..birde özel baklava) Tren istasyonunda ayrılmamız hem romantik hem duygulu oldu Ayla hanım çantasından çıkarıp bana bir kartpostal fotoğrafını hediye etti ve trenin acı kalkış düdüğü ..o fotoğrafı G.Antep’de evimizin vitrinine koydum soranlara tanıdığım bir artist diyordum..

MEKTUPLAR ve MALATYA’ya DAVET

1962

Gaziantep’deki yoğun tiyatro çalışmalarından sonra Aslan Alp (daha sonra İzmir T.R.T proğram Müdürü ) Yavuz Ercan (daha sonra Dil Tarih Fakültesinde profesör Dilaver Uyanık ErzurumT.R.T spikeri oldu) yoğun tiyatro çalışmalarına girmişler beni de hemen aralarında görmek istiyorlar devamlı mektuplar geliyor ısrarların arkası devam edince onları kırmak olmazdı hemen tasdiknamemi idare’den alıp Malatya’ya geldim. Sophokles’in Kral Oidipus oyununa başlamışlar Ersin Talu.Vahit Akdeniz, Ümit Akınç, Nurol Serap, Uğur Turgut oyunu Dilaver Uyanık sahneye koyuyor.. onları bulunca hemen Oteldeki yerimi ayıracaktım ki Aslan Alp kolumdan tutup öyle şey olur mu benim evde kalırsın dedi..onu kırmak olmazdı Halk Eğitim Merkezi‘nde hemen beni Halk Eğitim Müdürü Mehmet Kabasakal ile tanıştırdılar o yaşına rağmen o da güzel Sanatlar çırpınışları içine girmiş uğraşıyor bana gelince orada Tiyatro Dersleri veriyordum..oyundaki kahin Theresias (kahin) rolünü de beraber yürütecektim gurubumuz profesyonel oyunculardan kuruluydu.

FİKRİ ÖZTAN

G.Antepte faaliyetlerde bulunduğumuz sevgili arkadaşım Fikri Öztan da Malatyadaydı buna çok sevinmiştim. Günler çok yoğun geçti.oyun İstanbul Sinemasında kapalı gişe 3 ve 4.temmuz da halka sunuldu Devlet Tiyatrosu (Cengiz hanın bisikleti) adlı oyunla Malatya’ya gelmişti !

DEVLET TİYATROSU (Cengiz Hanın Bisikleti)

Malatya’ya Turneye gelen Devlet Tiyatrosu Sanatçıları da oyunumuzu izledi..Tekin Akmansoy ve Semiha Berksoy..bu oyun bu kadar güzel oynanır diye bizi tebrik ettiler ama iş olsun diye değil.. sahne sahne inceleyerek oyunumuzu neredeyse Devlet Tiyatrosundaki oyunla eş değer bulmuşlar Oyunumuz sonrası iki gün onlarla birlikte olduk eski Malatya’ya gidip tarihi yerleri gezdik Semiha Hanım bize Almanyadaki günlerini tiyatro tecrübelerini anlattı .**** (Tiyatro bölümünde bunların geniş detayları var.).Okulda durumumuz iyi sayılırdı Tiyatro konusunda hocaların gözünde iyice ünlenmiştik ortada Matematik dışında zorlandığım ders kalmamıştı

ATİLLLA TAZEBAY –ORDU EVİ

Malatyada bir süprizle daha karşılaştım G.Antepten dostum Atilla Tazebay’da oradaydı onun tanıştırdığı Edebiyat dünyası ile iç içe gerçek bir arkadaş daha edindim adı .Mehmet Arıkçı..şiirleri olağan üstü..Hikayeleri de öyle.Attilla’nın eniştesi Askeri Hakimdi Atilla ordu evinin geleneklerini iyi biliyor olmalı ki bizi hep ordu evine davet ediyordu.. garsonlara oğlum şuraya güzel bir salata şunu..şunu getir..şöyle olsun böyle olsun bir de votka..bunları öyle emrederek söylüyordu ki hiçbirimiz böyle bir şeyi o rahatlıkla kıvıramazdık durumu biraz da yadırgayarak Fikri ile birbirmize bakıyorduk..Atilla buranın kurdu olmuştu.o kadar genç birinin bu kadar inandırıcı oluşu Atilla’nın istekleri karşısında baş üstüne komutanım diye Askerin topuk çakışı görülmeye değerdi..bir ara Atilla’yı neden Tiyatro gurubumuza dahil etmedik diye düşündüm sonra bunun cevabını yine kendim verdim. bu işe ayıracak zamanı yoktu da ondan ! derslerimizin yoğunlaştığı günlerde Aslan Alp’i kırmadan Postahane civarındaki Otele geçtim.

MEHMET ARIKÇI

burada Mehmet Arıkçı ile birlikte derslere çalışıyorduk ama Halk Eğitimdeki Tiyatro çalışmalarını da aksatmadan yürütüyordum.Malatya’da umduğumdan fazla güzel bir dost çevresi buldum okulun ilerisinde Kernek suyu vardı Malatyanın buz gibi suyu kayısısı kirazı da çok güzeldi arkadaşlarım Fikri Öztan- Atilla Tazebay-Mehmet Arıkçı.Dostlarım hepsinden daha güzeldi ..hep birlikte Sanat ortamı içinde hep neşeli günlerle geçti .

TURAN EROL

Resim dersimize Turan Erol geliyor..dört dörtlük derler ya, öyle bir Hoca. ta kendisi.( o zamanlar pek tanınmıyordu 1980 yılında Devlet Güzel Sanatlar ödülü alacak 2001 yılında Devlet Güzel Sanatlar atölyesi Bedri Rahmi atölyesi ailesi içinde Türk ressamları arasında sayısız ödülleri olacak değerli bir Ressam) onun çizdiği bir kara kalem Portreyi hala saklarım..

SINAVLAR ve LİSE BİTİYOR

1962

birkaç gün sonra bitirme sınavlarına girecektik sınav kurul karşısında Pazartesi günü sözlü olarak Matematik dersi ile başlayacaktı ne yapalım sonunda.er geç bu okul da bitecekti önce cesaretimi toplayıp matematik hocasının evine gittim hayrola dedi..açıkça durumu anlattım.Liseyi bitirince Tiyatro’ya devam edeceğimi biliyordu affınıza sığınarak sınavda acaba neler sorarlar diye başladım..hemen hemen kitaptakileri dedi.!.yanımdaki kitabı çıkardım sonra yüzüme bakıp benden bir kalem istedi yalnız üç sorunun üzerine çarpı koyup kim bilir belki..bunlar da çıkabilir dedi teşekkür edip ayrıldım bu konuda uzman olan Mehmet Arıkçı’nın kendi olanakları ile inşa ettikleri tek katlı evlerine gittim şu soruları bana çözermisin dedim üçünü de tereddüt etmeden çözdü..hemen Otele geldim bir türlü soruları ezberleyemiyorum..sınav günü geldi çattı çaresiz avucumun içine üç sorunun da çözümünü sığdırdım içerdeki tahta başına geçtiğimde aynı sorular çıktı tebeşir bir elimde kara tahta silgisini ustaca öteki elime alarak çaktırmadan yazıyorum birinci soru tamam..ikinciye başladım .hocanın gözleri hep bende yapma yahu şunun şurasında üç soru der gibi bana bakıyor.. üçüncü sorunun ortasına geldim hoca yanındaki üyelere bakıp bana dönerek aferin yeter çık dedi! derin bir ohhh çektim daha sonraki derslerin sınavlarında pek zorlanmadan geçtim.

SONUÇMilli Eğitim Bakanlığı Lise Diploması: Malatya Lisesi Diploma no:837 20.9.1961-62 Milli Eğitim Müd. Vahit Yılmaz Okul Müdürü Şerafettin Mert.